1. TÜRKİYE'DE İŞÇİ HAREKETLERİNİN BAŞLANGICI
Türkiye'de işçi hareketlerinin
başlangıcı konusunda, kesin bir tarih vermek mümkün görünmemektedir. Yakın
döneme kadar, Beyoğlu Telgrafhanesi işçilerinin 1872'de gerçekleştirdikleri
eylemlerin, Türkiye'deki ilk işçi hareketi olduğu sanılıyordu. Oysa, Türkiye
işçi hareketlerine yönelik yapılan araştırmalar, 1872'deki eylemin, Türkiye
işçi hareketleri içindeki gelişmelerden sadece biri olduğunu ortaya koydu. Bu
bilgi doğrultusunda, Türkiye'deki arşivlerde yapılacak yeni araştırmaların,
1872 öncesi ve sonrasında gerçekleşen başka işçi hareketleri ile ilgili
bilgileri ortaya çıkaracağı da mümkün görünmektedir.
Nitekim, yapılan araştırmalar,
Türkiye'de 1500'lerde bile inşaat işçilerinin ücretlerinin iyileştirilmesi için
harekete geçtiklerini gösteren bilgileri ortaya çıkarmıştır. Bununla birlikte,
1826'da bir kale inşaatı işçilerinin ücretlerine zam yapılması, 1862'de de Elbise
hane-i Askeri'de çalışan işçilerin hem ücretlerinin ödenmesi hem de zam
yapılarak ödenmesini sağlamak için iş bırakma eyleminde bulundukları
kanıtlanmıştır.(Çelik,1999:5)
2. 1930 SONRASI SENDİKAL HAREKETLER
Osmanlı’dan alınan güçlü bir
sanayileşme ve kitlesel anlamda işçi bulunmuyordu. Sanayileşme alanında asıl
atılım 1930 sonrasında başladı. İzleyen yıllarda kurulan Şeker fabrikaları,
Sümerbank, Kömür işletmeleri, Karabük Demir çelik, Türk Petrolleri, Kağıt
fabrikaları devlet eli ile oluşturulan sanayi girişimleriydi. Bunları diğer
işletmeler izledi. İmalat sanayinde yeni fabrikaların kurulmasıyla işçi
sayısında büyük artışlar oldu. Ancak çalışanların "sınıf" temelinde
birleşmeleri yasaktı. Dolayısıyla sendikaların kuruluşu yasaktı. İşçi-işveren
ilişkilerini düzenleyen bir yasa kaçınılmaz hale geldi.
- 1936 yılında ilk İş Kanunu çıkartıldı.
Söz konusu yasa, tek parti
ideolojisiyle beraber 1930’lu yıllardan itibaren geçilen devletçi ekonomi
politikası anlayışının tüm unsurlarıyla birlikte çalışma yaşamına taşındığı,
devletin çalışma yaşamının tüm sorun ve alanlarına tek düzenleyici aktör olarak
tanımlandığı bir yasadır. Sendikal örgütlenmelerden hiç bahsetmeyen yasa, grev
ve lokavtı ise yasaklamaktadır. Bireysel iş ilişkileri alanında ise, devletin
işçiler lehine müdahalelerde bulunması benimsenmiştir.(Akkaya, 2002:153-154).
Böylece sınıf temelli ideolojinin de kanuni olarak kendisine bir alan
bulmasının önüne geçilmesi sağlanmıştır. 1940 yılına gelindiğinde II. Dünya
Savaşı’nın ülkedeki ekonomik ve siyasal koşulları da derinden etkilediği
görülmektedir.
- 18 Ocak 1940 tarihinde çıkarılan Milli Koruma Yasası,
yine bu atmosferin bir ürünü
olarak hazırlanmış bir yasadır. Bu yasa ile beraber; çalışma süreleri
uzatılmış, kadın ve çocukların çalışmasının yasak olduğu sektörlerde
çalıştırılması yasal hale getirilmiş, ücretler yarıya yakın düşürülmüş,
aydınlar ve işçiler üzerinde siyasi polisiye baskılar arttırılmıştır.Yasa ile
ayrıca işyerini terk etme yasağı getirilmiş, bu yasaya aykırı hareket edenlere
yaptırımlar getirilmiştir. 1944 yılında çıkarılan yeni bir yasa ile de bu
yaptırımlar arttırılırken hafta tatili de kaldırılmıştır. 1945 yılından
itibaren işçi hareketinde yeniden bir canlanma yaşandığı görülmektedir. Kömür
ve krom madenlerinde çalışan işçiler gündelik ve iş şartlarının düzeltilmesini
istemişler, 45.000 tütün işçisi adına Çalışma Bakanlığı’na başvuran işçi
temsilcileri meslek birliklerinin kurulabilmesini, düşük olan ücretlerinin
yükseltilmesini talep etmişlerdir.Hükümetten gerekli ilgiyi göremeyince de
basın yoluyla protesto mektubu yayınlamışlar.
- İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminde,
dünyada demokrasi rüzgarları
esiyordu. Türkiye'de bu etki ile süratle “çok partili” düzene geçti. 1945/46
yıllarında Çalışma Bakanlığı, İş bulma Kurumu ve İşçi Sigortaları Kurumu
kuruldu.
- 10 Haziran 1946 tarihinde,
1938 tarihinde çıkarılan
Cemiyetler Yasası’ndaki “sınıf esasına dayalı cemiyet kurmayı” yasaklayan madde
değiştirilerek, bu maddedeki “sınıf” kavramı kaldırılmıştır. Böylece işçi
sendikalarının kurulmasının önü açılmıştır. Yasa’da yapılan bu değişikliğin
ardından hızlı bir sendikalaşma sürecinin yaşandığı gözlenmektedir.
- 1947 yılında ilk Sendikalar kanunu çıkartıldı,
ve ilk kez yasal zeminde
sendikalar kuruldu ve faaliyet gösterme çabasına girdiler. “Çabası” diyoruz
çünkü toplu iş sözleşmesi ve grev yasası çıkarılmadı. İngiltere'den gelen iki
uzmanın katkısıyla hazırlanan 20 şubat 1947 tarihli ve 5018 sayılı İşçi ve
İşveren sendikaları ve Sendika birlikleri hakkında kanun onbir madde ile bir
geçici maddeden oluşmaktadır.Bu yasanın dayandığı ilkelerden birisi sendikaları
gayri siyasi yapmaktır.Bu ilke 5.maddede yer almıştır.Yasa ayrıca kimlerin
sendikalara üye olabileceğini de düzenlemiştir.Buna göre işçi vasfını taşımayan
kişilerin sendikalara üye olamayacakları belirtilmiştir.Bir diğer karar ise
cezai yaptırımlarla ilgilidir.Buna göre 5.maddedeki hükümlere aykırı hareket
olunması halinde sendika mahkeme kararıyla üç aydan bir seneye kadar geçici
veya devamlı olarak kapatılır. Sendikalar Kanunu ile beraber hızla yaygınlaşan
sendikal örgütlenmeler, beraberinde üst birlik oluşturulması tartışmalarına ve
girişimlerine olanak sağlamıştır. Siyasi iktidarın sendikaları kontrolü altına
alma gayretleri, bir üst birlik etrafında bu amaçlarını daha kolay ve etkili
olarak gerçekleştirebilecekleri en önemli neden olarak göze çarpmaktadır.
- Bu dönemde ilk olarak CHP’nin girişimleriyle 1948 yılında İstanbul
İşçi Sendikaları Birliği kurulmuştur.
Daha sonra ilki TOLEYİS
Federasyonu olmak üzere çeşitli federasyonların kurulmaya başlandığı
görülmektedir.Toplu sözleşme ve grev hakkı vaadini yerine getirmeyen siyasi
iktidara karşı 1952 yılının başında Teksif’in Genel Kurulu’nda somut bir adım
atılarak, bir konfederasyon kurulmasının artık zorunlu bir ihtiyaç olduğu ve bu
konuda çalışma yürütecek bir tüzük komisyonunun kurulması kararı alındı.
Hazırlanan ana tüzük 6-7 Nisan
1952 tarihinde Bursa’da düzenlenen bir toplantıyla tartışıldı. Toplantıya yurt
genelinden çeşitli birlik ve federasyonların yöneticileri katıldı. Toplantıya gazeteci
kimliğiyle katılan Kemal Sülker konfederasyonun adını Türk-İş olarak önerdi ve
bu öneri kabul edildi.
- 31 Temmuz 1952 yılında
Konfederasyonun ana tüzüğünü Ankara Valiliği’ne vermesiyle Türk-İş resmen
kurulmuş oldu,
Konfederasyonun kurulması
başlangıç olarak DP yönetimi tarafından da olumlu karşılanmıştır. Uzunca bir
dönem tek parti rejimi olarak devam eden CHP iktidarı karşısında en güçlü
muhalif güç olan DP, çeşitli sendikaların ve önemli oranda işçi kitlesinin de
desteğini almıştır. Türk-İş üzerinde de iktidar olmanın avantajını kullanıp
etkide bulunma çabaları olmuştur. Ancak 1955 yılında hem Türk-İş yönetiminde
ağırlıklı olarak CHP’li sendikacıların olması hem de DP’nin işçi haklarına
karşı cephe alma tutumu DP ve Türk-İş arasındaki ilişkileri germiştir. (Işıklı,
1990: 324-325) DP, 5018 sayılı Kanun’da bulunan sendikalara siyasal faaliyette
bulunma yasağını kullanarak hem işçi hareketine hem de Türk-İş’e baskılarını
arttırmıştır. Ayrıca federasyon, birlikler ve konfederasyonları zayıflatmaya
çalışarak, tek tek sendikalar üzerinde hakimiyet kurmaya çalışmıştır. 1957
sonrası dönemde Konfederasyon yönetimine partiye yakın kişilerin gelmesi ile
ilişkiler normalleşmiş, ancak Türk- İş’te pragmatik politikalar etkili olmuş ve
siyasal faaliyetin dışında kalma eğilimi artmıştır. (Makal, 1999 :281) 1952-1960
arası Türk-İş, CHP ve DP arasında sıkışıp kalmıştır diyebiliriz.
Özellikle DP iktidarının mali
baskısı Türk-İş’i oldukça zor durumda bırakmıştır. Türk-İş 1960 yılına
gelindiğinde, 432 işçi sendikasının 215’ini, 27 birlik ve federasyondan 22’sini
bünyesinde barındırıyordu. Sendika üyesi 282.967 işçinin ise 173.770’i Türk-İş
bünyesindeydi. Başka bir ifade ile Türk-İş sendikalı işçilerin %62’sini temsil
ediyordu. (Makal, 1999:281) Bu dönemde gerçekleşen işçi eylemlerinin pek de
fazla olmadığı görülmektedir. İşçi hareketinin görece azlığında en önemli sebep
3008 sayılı İş Kanunu’nun grev ve lokavtı yasaklaması, bu yönde girişimde
bulunanlara ise para ve hapis cezaları verilmesini düzenlemesiydi. Bununla
beraber bu dönemde de çeşitli işçi eylemleri gerçekleşmiştir.
- İstanbul
Tophane Rıhtımı’ndaki yükleme boşaltma işlerini yapan 350 işçiden 333’ü
18 Temmuz 1946
sabahından ertesi gün sabahına kadar işlerine gelmemiş,
denizyolları işletmesinin ücret artışı talebinin
yazılı olarak yapılması karşılığında işçi haklarının korunacağını vaat etmesi
üzerine işçiler işbaşı yapmışlardır.
- 10 Kasım
1952’de ,
İstanbul’da Çiçekpazarı’ndaki Vakıf İşhanı inşaatında
çalışan işçiler ücret anlaşmazlığı nedeniyle işlerini terk etmiş, 26 işçi grev
yaptıkları gerekçesiyle mahkemece yargılanmıştır.
- 17 Mayıs
1955’de,
Kenan Aslanbey’e ait İpekli Dokuma Fabrikası işçileri
ücretlerinin düşürülmesi üzerine greve gitmişlerdir.
- 2 Mart 1956'da
Söke Çimento Fabrikası’nda, çalışan
ve üç aydır ücret alamadıklarını belirten 300 kadar işçi toplu olarak iş bırakmıştır.
Sıkıntılı günler geçiren Türkiye
öğrencilerin protestolarının doruğa ulaştığı bir dönemde ordu bünyesindeki bir
grup subay 27 Mayıs 1960 tarihinde iktidara el koydu.Şubat 1961’de siyasi
partilere yeniden faaliyet izni verilirken, hazırlanan yeni Anayasa 9 Temmuz’da
halk oylamasına sunularak kabul edildi.
- 1961 Anayasası’nda ilk kez "grev hakkına" yer verildi.
1961 Anayasası’nın tanıdığı toplu
sözleşme ve grev hakkına rağmen 1963 yılına kadar gerekli yasal düzenlemelerin
yapılmamış olması nedeni ile bu konu, bu dönemdeki işçi ve sendikal hareketin
taleplerinin başında gelmiştir.
- 31 Aralık 1961 tarihinde Saraçhane Mitingi düzenlendi.
Bu miting konusu bakımından
oldukça önemlidir. Türkiye İşçi Partisi kurucularından Avni Erakalın'a göre
Bugün herkesin unutmuş olduğu 31 Aralık 1961 Saraçhane Mitingi kendi önerisi
üzerine kabul edilmiştir. Avni Erakalın o günleri şöyle anlatmaktadır. ''
Başlangıçta İstanbul Sendikalar Birliği mahalli bir birlikti ancak 48 sendikayı
kapsıyordu. İrili ufaklı bu 48 sendika aynı zamanda Birlik kanalıyla Türk-İş’e
bağlı olarak çalışıyordu. İstanbul Sendikalar Birliği o zaman tek olan
konfederasyona bir denge sağlamak amacı güdüyordu. Sonuçta Saraçhane Mitinginde
Türkiye işçi sınıfı tarihinde hatta siyasi tarihinde Sultanahmet Mitinginden
sonra ilk defa 200 bin kişiyi bir araya toplayan bir miting oldu. Mitingin
amacı o dönemde Milli Birlik Komitesinin Türkiye’ye ve işçi sınıfına verdiği
sözleri hatırlatmaktı. Bunlar arasında yeni bir anayasa, yeni bir sendikalar
yasası ve mümkün mertebe geniş hürriyetlerin sağlanması vardı. Ancak aradan bir
yıl geçmiş olmasına rağmen henüz bir Kurucu Meclis’in bile kurulmadığını ve bu
noktada çok fazla çaba da harcanmadığını gördük. İstanbul’da hala sıkıyönetim
vardı. Zırhlı tugay Topkapı'daydı, tugay komutanı ise başındaydı. Talebimiz,
“Sözlerinizde durun, verdiğiniz sözleri yerine getirin, aradan geçen bunca
zamana karşın bir şey yapmadınız. Bu devrim yaptığını iddia eden askerlere
yakışmayan bir davranıştır. Bir an evvel bunlar yasalaşsın” idi. Amacımız bu
taleplerimizi ortaya koymaktı ve bunu da açıkça ilan ettik. Bazı köprüler
kapatılmasına rağmen miting gayet başarılı oldu. 200 bin kişi katıldı mitinge.
Miting benim kısa konuşmamla başladı. Katılımcıları önlere gelerek, safları
birleştirmeye davet ettim. Amacım arkadan gelenlerin de alana girebilmesini
sağlamaktı. Daha sonra Kemal Türkler ve İbrahim Denizcier ve 4-5 arkadaş daha
konuştu. Konuşmaların doğrultusu genel olarak aynıydı. Geçmişte CHP ve DP’nin
grev hakkını tanıyacaklarını ancak halkı aldattıklarını, buna karşılık
askerlerin sözlerinde durmaları gerektiği söylendi. Sonunda İstanbul
Sıkıyönetim Komutanlığının başında bulunan Refik Tugan geldi ve söz istedi.
Bizde kendilerine söz verdik. Ayağa kalkarak konuşmaya başladı. “Beni buraya
gelmeden önce aldatmışlar. Bana işçilerin tam da yeni yıl öncesi ortalığı yakıp
yıkacağını söylemişlerdi. Ama buradaki işçilerin davranışlarını gördüm.
Hepinizden özür diliyorum. Sizleri kutlarım” diyerek sözlerine son verdi.
Mitingin iki amacı vardı. Birincisi; askerlerin verdikleri sözleri tutmalarını
sağlamak, ikinci olarak da sınıfın bir araya geldiği zaman neler yapabileceğini
göstermekti.'' Kaynak : Avni Erakalın ile söyleşi, Türksolu web sitesi )
Saraçhane mitingi dışında işten
çıkarmalar ve düşük ücretler nedeniyle büyük bir bölümü pasif denebilecek
eylemler gerçekleşmiştir. Grev niteliğini taşıyan eylemler birkaç saatlik ya da
yarım günlük kısa eylemlerdir.
- 1963 Ocak ayında Kavel Kablo Fabrikası'nda 62 gün süren işçi eylemi gerçekleşmiştir.
İstanbul İstinye'deki Kavel kablo
fabrikasında çalışan ve Türk-İş'e bağlı Maden-İş sendikasında örgütlü 170
işçinin direnişi Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde önemli bir dönüm noktası
oluşturdu. 31 Aralık 1962'de Kavel işçileri 1957'den beri fazla mesai ve kıdem
esası üzerinden aldıkları yıllık ikramiyelerin eksik ödeneceğini öğrendiler.
Haklarının kırpılmasına razı olmayan işçiler seçtikleri üç temsilciyi patronla
görüşmek üzere gönderdiler. Bunun üzerine üç temsilci, aynı zamanda Maden-İş'in
şişli şube başkanı olan işyeri baş temsilcisiyle birlikte işten çıkarıldılar.
Patron bir yandan da işçilerin sendikadan ayrılmaları için baskı uygulamaya
başlamıştı. Bunun üzerine işçiler, patronun artan baskılarını ve
temsilcilerinin işten atılmasını protesto etmek için 28 Ocak 1963'te tezgâh
başında 5 günlük oturma eylemi yapma kararı alarak grevi başlattılar. İşçiler
mücadeleyi yükselttikçe patron da baskılarını yoğunlaştırıyordu, fakat baskılar
yoğunlaştıkça işçiler mücadeleye daha da sıkı sarılıyorlardı. Kavel işvereni,
grevin başladığı gün 'işyerindeki asayişi bozdukları' gerekçesiyle 10 işçiyi
daha işten çıkarıp lokavt ilan edince, 4 şubatta işçiler oturma eylemlerini
fabrika önünde kurdukları çadırlarda direnişe dönüştürdüler. Grevi kırmak
amacıyla 5 şubatta gazetelerde bir ilan yayınlandı. Fabrikaya işçi alınacağını
belirten bu ilanı gören işçiler, işyeri önünde gece-gündüz nöbet tutmaya
başladılar. 13 şubatta greve rağmen fabrikada çalışmaya devam eden 40 büro
işçisini işyerine sokmak istemeyen işçilerin üzerine polis saldırdı. Yaşanan
çatışmanın ardından gözaltına alınan işçilerden dördü hakkında polise karşı
geldikleri gerekçesiyle tutuklama kararı çıkarıldı. Sarıyer savcılığı fabrika önünde
yaşanan olaylarla ilgili yürüttüğü soruşturma sonunda patronun tutumunun lokavt
sayılamayacağını ilan etti! Grevin yasak olduğu bu yıllarda lokavt da yasaktı.Kavel
fabrikası İstinye'deydi ve İstinyeli emekçiler grevin başından itibaren Kavel
işçilerini yalnız bırakmadılar. Diğer fabrikalarda çalışan birçok işçi de grevi
destekledi. Vehbi Koç'a ait General Electric fabrikasında çalışan işçiler
dayanışma kampanyası başlatarak grevci Kavel işçileri için para topladılar.
Demirdöküm'de çalışan 800 işçi, Kavel işçilerine destek olmak için yardım
kampanyası başlattılar ve sakal bırakma eylemi yaptılar. Tersane işçileri ve
karayolları işçileri de grev sırasında Kavel işçilerinin direnişine destek
verdiler.(Güney Berdan,1999 Kavel Grevi)
2 Martta eyleme işçilerin eşleri
de katıldı. Direniş sürerken kablo yüklü kamyonların fabrika dışına çıkarılmak
istenmesi üzerine kadınlar barikat kurarak bunu engellemeye çalıştılar. Ancak
polis kadınlara saldırdı ve birçoğunu yaralayarak onları dağıttı. 3 Mart
1963'te araya hükümetin de girmesiyle Türk-İş ile Türkiye İşveren
Konfederasyonu arasında bir anlaşma imzalandı ve işçiler 4 Martta işbaşı
yaptılar. Bu anlaşmaya göre işçilerin ikramiyeleri eskisi gibi ödenmeye devam
edilecek, işten atılan 10 işçi geri alınacak, ama grev başlamadan önce işten
atılmış olan 4 işçi işe alınmayacak ancak kıdem tazminatları ödenecekti. Sonuçta
Kavel İşçilerinin Ücret anlaşmazlığı ve sendika temsilcilerinin işten atılması
nedeniyle başlattıkları oturma eylemi baskılara rağmen 62 gün sürmüştü. 1963
Kavel grevinde, grev hakkının Anayasada bulunmasının yeterli olmadığı, grev
hakkının uygulama esas ve koşullarını gösterecek bir "Grev Yasası"
ihtiyacı çarpıcı bir şekilde ortaya çıkmıştı.
- 1963’ün 24
Temmuzu’nda 274 Sayılı yeni bir Sendikalar Kanunu ile 275 sayılı Toplu Sözleşme
Grev Yasası çıkartıldı.
1964 yılında toplu pazarlık
görüşmelerinde anlaşmazlığa düşülmesi nedeniyle 75’i özel kesimde, 6’sı kamu
kesiminde olmak üzere 81 grev yaşanmış, bu grevlere 6500 civarında işçi
katılmıştır. 1964 yılında aynı zamanda Türk-İş 5. Genel Kurulu’nu toplamıştır.(Akyalçın, 2002:44)
Genel Kurul’un önemi, sonraki
yıllarda da çokça tartışılacak olan, “partiler üstü politika” ilkesinin tüzüğe
girmesidir. Bu ilkenin tüzüğe girmesindeki nedenlerden birisi TİP’in giderek gelişmeye
başlaması ve TİP’li sendikacıların Türk-İş’te yarattığı tedirginliktir. Ancak
bu “ilkenin” esas nedeni Amerikan sendikacılık anlayışının Türk-İş üzerindeki
büyük etkisidir. 1966 yılına gelindiğinde işçi hareketi yeniden bir canlanma
süreci içerisine girer. Bu dönemde gerçekleşen 39 greve toplam 10.401 işçi
katılır.
- 31 Ocak 1966'da
Paşabahçe işçileri büyük bir grev başlatmıştır.
1964 yılında Cam-İş tarafından üç
yıllığına imzalanan toplu sözleşme, Paşabahçe işçileri arasında büyük bir öfke
yaratmıştır. Bu tepkinin sonucu olarak işçilerin çoğunluğu Cam-İş’ten ayrılıp
Kristal-İş’e üye oldular. Kristal-İş sendikası 1966 yılında, Cam-İş tarafından
imzalan sözleşmenin patronların taleplerinin kopyası olduğunu söyleyerek
Paşabahçe patronlarını yeni bir sözleşme imzalamaya çağırdı. Bu çağrının reddedilmesi
üzerine 31 Ocak 1966 günü 2200 işçi hiç tereddütsüz greve çıktı. 5 Şubat günü
Paşabahçe İskele Meydanında bir miting düzenlediler. Türk-İş,21 Mart 1966’da
imzaladığı bir protokolle grevi sona erdirir. Protokolde, işten atılan
işçilerin işe alınması işverenin takdirine bırakılmıştır.Bu gelişmelerden sonra
Paşabahçe grevine dayanışma gösterilmesi konusunda Türk-İş'e bağlı sendikalar
arasında görüş ayrılığı çıktı. Dayanışma göstermek isteyen sendikalar;
Sendikalar Arası Dayanışma (SADA) biçiminde birleşerek, greve sahip çıktılar.
Türk-İş bu sendikaların üyeliklerini askıya aldı. 13 Şubat 1967 tarihinde, bu
sendikalardan T. Maden-İş, Lastik-İş, Basın-İş, Gıda-İş ve Zonguldak Maden
İşçileri Sendikaları DİSK'i kurdular. (Yeşil, 1966
Paşabahçe grevi)
- 1970'te, çalışma yaşamını ve temel sendikalar
mevzuatını düzenleyen 274 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası ile
275 sayılı Sendikalar Yasası'nda değişiklik yapan tasarı,
Adalet
Partisi ve
Cumhuriyet Halk Partisi'nin işbirliğiyle
önce Millet Meclisi ardından Senato'dan geçirildi.Yapılan değişiklik, işçilerin
sendika seçme özgürlüğünü önemli ölçüde kısıtlamakta, sendika değiştirmeyi
güçleştirmekteydi. Kanunlaşan tasarı esas olarak
Türk-İş'ten
DİSK'e
işçi akışını önlemeyi amaçlamaktaydı.
DİSK
ve bağlı sendikalar yeni yasaya tepki gösterdiler.
Türkiye İşçi Partisi ise söz konusu yasa
değişikliklerini
Anayasa Mahkemesi'ne götüreceğini açıkladı ve
iptal davası açtı.
DİSK'li
sendikacıların ve yöneticilerin tepkileri,
15 Haziran
1970 sabahı,
İstanbul'un
belli başlı merkezlerine doğru yürüyüşe geçmeleriyle yeni bir evreye girdi.
Kentin Anadolu yakasında başlayan yürüyüş
Kartal İlçesi'nden yürüyüşe katılan işçilerle E-5
karayolu boyunca ilerlerken, kendilerine başka fabrikalardan da katılanlar
oldu.
Göztepe
dolaylarında, Otosan Fabrikası işçileri ile DMO işçileri de onlara katıldı ve
yürüyüş saat 17:00'ye kadar sürdü.Bir başka yürüyüş kolu da
Beykoz ve
Paşabahçe'den
Üsküdar'a
doğru oluştu.
16 Haziran'da ise
Gebze'den başlayan işçi
yürüyüşü, Kartal'dan katılan işçilerle birleşerek
Bağdat
Caddesi üzerinden Kadıköy İskele Meydanı'na kadar ulaştı. Avrupa
Yakası'nda ise
15 Haziran 1970'te,
Bakırköy
-
Topkapı
-
Sağmalcılar güzergahında yürüyüş yapıldı.
16 Haziran'da
da, kentin Topkapı dışındaki kesimlerinden gelen kollar birleşip,
Aksaray
üzerinden önce
Sultanahmet'e, oradan
Cağaloğlu
ve vilayetten (valilik) geçip
Eminönü'ne
geldiler.Valilik
Haliç
üzerine yer alan o zamanki iki köprüyü de açtırarak, eylemcilerin
Beyoğlu
tarafına geçmesini engelledi.
Levent ve
Beyoğlu'nda da küçük yürüyüş kolları oluşmuştu. DİSK Basın
Temsilcisi yaptığı açıklamada 15 Haziran günü 115 işyerinde 75 bin işçinin
yürüyüş ve gösteriye katılıp işbaşı yapmadığını ilan etti (Orçun, 1993:17).
Gösterilen tepki esas olarak
DİSK üyesi işçilerden geldiği halde, yürüyüşlere çok sayıda
Türk-İş
işçisi de toplu halde katıldı.Olayların birinci günü akşamı
Bakanlar
Kurulu 60 günlük bir
sıkıyönetim ilan etti.
DİSK ve bağlı sendikaların
yöneticilerinin pek çoğu sıkıyönetim mahkemelerince tutuklandılar ve
yargılandılar.
Kadıköy'de meydana gelen olaylarda 2 işçi, 1 polis ve 1 esnaf
yaşamını yitirdi.
16 Haziran'da
Ankara,
Adana,
Bursa ve
İzmir'de
de küçük çaplı olaylar yaşandı.Olayların ardından
CHP Genel Sekreteri
Bülent Ecevit,
Genel Başkan
İsmet İnönü ile birlikte partisi adına,
TİP'den ayrı olarak
Anayasa
Mahkemesi'ne başvurdu.Anayasa Mahkemesi, yasa değişikliği konusunda
açılmış olan davaları daha sonra karar bağlayarak, söz konusu yasa
değişikliklerini iptal etti.
1969 seçimleri ile iktidara gelen
Adalet Partisi'nin Demokrat Parti'nin devamı olarak görülmesi nedeni ile 12
Mart 1971’de gerçekleşen askeri muhtıra, işçi hareketleri ve sendikal örgütler
için yeni bir baskı dönemini başlattı. Sendikal haklar kısıtlandı.
- 1972'de Sıkıyönetim bütün
grev direniş ve toplantıları yasakladı ve izne tabi kıldı.
- Türkiye işçi sınıfı, tam 51 yıllık bir
aradan sonra 1 Mayıs 1976’da 1 Mayıs’ı yeniden kutladı.
- Hak-İş, 22 Ekim
1976 tarihinde Ankara'da kuruldu.
1977 ve 1978 yıllarında 1 Mayıs
kutlamaları DİSK öncülüğünde gerçekleştirilmiştir. İşçi sınıfının uluslararası
birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanan 1 Mayıs'lar 3 yılın ardından
1979'da yeniden yasaklandı. 1980 yılına gelindiğinde DİSK 600.000 üyesi ile
göreli olarak siyasalaşmış bir sendikal konfederasyondur. Önemli bir deneyim ve
birikime sahiptir. 12 Eylül 1980 askeri müdahalesi, başta DİSK olmak üzere
sendikacılık hareketine ağır bir darbe vurmuştur.(Akyalçın,
2002:54) 12 Eylül yönetiminin sendikalara yönelik baskıları sıkı yönetim
mahkemelerince verilen cezalarla sınırlı kalmamış, başta yürürlüğe koyduğu 1982
Anayasası olmak üzere, çeşitli yol ve vasıtalarla uygulanmasına ortam
hazırladığı ekonomik politikalarla bütünleşmiştir. 12 Eylül’ün sendikal alana
yönelik operasyonları biraz daha farklı bir şekilde meydana gelmiştir. Darbenin
ilk günü askeri yönetimin merkezi organı Milli Güvenlik Kurulu 7 numaralı
bildirisi ile DİSK ve MİSK (Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu) ile
bağlı sendikaların faaliyetlerini durdurmuştur. 12 Eylül ile birlikte
TÜRK-İŞ’in ve bağlı sendikaların çalışmaları çok sıkı biçimde kontrol altına
alınmıştır. TÜRK-İŞ’e bağlı bazı sendikaların faaliyetleri sıkı yönetim
komutanlıkları tarafından belirli sürelerle engellenmiştir. Sıkı yönetim
komutanlıkları tarafından faaliyetlerine son verilen TÜRK-İŞ bünyesindeki
sendikalar Yol-İş Federasyonu ve Petrol-İş Sendikası olmuştur. MİSK’in
HAK-İŞ’in ve bağlı sendikaların faaliyetleri de 12 Eylül sonrasında
durdurulmuştur.(HAK-İŞ Resmi web sitesi)
- 1982 Anayasası sendikal hareketlere önemli engeller getirmiştir.
82 Anayasasının 51. maddesinde
sendikaların faaliyetleri, “üyelerinin ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini
korumak ve geliştirmek” şeklinde belirtilerek sendikaların faaliyetleri sadece
çalışma yaşamıyla sınırlı tutulmuştur. 1982 Anayasasının 52. maddesi ve 2821
sayılı Sendikalar Yasasının 37. maddelerinde sendikalara kesin ve genel bir
siyaset yasağı getirilerek, “sendikaların demokratik baskı grubu olma
nitelikleri ve çağımızda çalışma ilişkilerinin dışına taşmış bulunan siyasal
grevleri inkar” edilmiştir. Yasada siyaset yasağının genel karakterini
hafifletir gibi görünen tek hüküm, sendika ve konfederasyonların üyelerinin
münhasıran ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerinin korunması ve geliştirilmesi
amacıyla yapacakları mesleki faaliyetlerin siyasi faaliyet sayılmayacağı
şeklindedir. Bu hükümdeki “mesleki faaliyetler” ifadesi daha sonra “faaliyetler
ve açıklamalar” şeklinde değiştirilmiştir.
Buna göre; Sendikalar siyasi amaç güdemezler, siyasi
faaliyette bulunamazlar, siyasi partilerle ilişki kuramazlar ve işbirliği yapamazlar,
siyasi partilerle hiçbir konuda ve hiçbir şekilde ortak hareket edemezler,
siyasi partilerden destek göremez ve onlara destek olamazlar, yardım ve bağış alamazlar,
yardım ve bağışta bulunamazlar. Sendikalar ve konfederasyonlar derneklerle,
kamu kurumu niteliğindeki mesleki kuruluşlar ve vakıflarla siyasi amaçlarla
ortak hareket edemezler. Sendika ve konfederasyon yöneticileri bu görevleri ile
aynı anda bir siyasi partinin yönetim organlarından her hangi birinde görev
alamazlar. Sendika yöneticileri yerel ve genel seçimlerde aday oldukları
takdirde sendika ve konfederasyon organlarındaki görevleri adaylık süresince
askıda kalır. Seçilmeleri halinde görevleri son bulur.
Sonuç olarak, Türkiye’de
sendikalar, ne örgütsel ne de ideolojik anlamda birleşmiş bir kurumlaşma
yaratabilmişlerdir. Az sayıda üyeyi paylaşma kavgası da aralarında hiç eksik
olmamıştır. Bu bölünmelerin gerek toplu pazarlık gücü, gerek siyasal etkinlik
açısından Türkiye’deki sendikacılığı ise zayıflattığı belirtilmektedir.Ara dönemin
ağır ve olumsuz şartlarına rağmen, çoğulcu demokrasi yönünden önemli bir adım
sayılabilecek 1983 seçimlerinden itibaren, özellikle 1987 seçimlerinden sonra
işçi hareketinin önemi ve ağırlığı siyasi partiler tarafından daha çok
hissedilmeye ve anlaşılmaya başlamıştır. Bu çerçevede gelişen çalışma hayatı
ile ilgili konulara kamuoyu odaklarının artan ilgisi açık bir şekilde görülmeye
başlamıştır.1983 sonrası dönemin sendikal önderler, sendikalı işçiler ve genel
olarak işçi sınıfı açısından kritik bir tecrübe dönemi oluşturduğu söylenebilir.
Bu dönemde ücretli emeğin yoksullaşması 1980'lerin sonuna kadar sürmüştür.
Örgütlü emek cephesinde, zaten son derece kısıtlı olan yeni toplu pazarlık
düzeninin yarattığı sorunlara, işverenlerin ve siyasal iktidarın sendikasızlaştırma
politikaları eşlik etmiştir. Yeni dönem bir yandan sendikacıların işlevsel
meşruiyetini tehlikeye sokarken, diğer yandan da işçi-sendika ilişkilerinin
geleneksel kavranışında kırılmalar yaratmıştır. Dönemin hakim liberalizm
söylemi işçi sınıfı ve sendikaları siyasal arenadaki mevcut sınırlı yerlerinden
dahi dışlamak yönünde güçlü bir atmosfer oluşturmuştur.Kasım 1983 ‘de partilerin
kapatıldığı, parti yöneticileri ve adayların veto edildiği son derece
demokratik olmayan koşullarda yapılan genel seçimlerde Anavatan Partisi (ANAP)
tek başına iktidara gelmiştir. ANAP 12 Eylül döneminde oluşturulan anti-sendikal
politikaları ekonomik, siyasal ve ideolojik düzlemlerde sürdürmeyi ve
zenginleştirmeyi amaçlamıştır. Sözleşmeli personel uygulaması, sendika üyesi
olamayacak stajyer işçi çalıştırılmasına olanak verilmesi, ihtiyaç fazlası
asker yükümlülerin işyerinde çalıştırılması,sendikal hakların son derece
kısıtlı ve grevlerin yasak olduğu serbest bölgelerin kurulması, özel güvenlik
görevlilerine sendika yasağı getirilmesi, sendikal hakların söz konusu olmadığı
eve iş verme sisteminin yaygınlaştırılması gibi uygulamalar ANAP’ın bu dönemde
sendikal örgütlenme karşısındaki politikasının açık örnekleri olarak sayılabilmektedir.
- Bu dönemde hükümetle görüşmeleri
olumsuz sonuçlanan TÜRK-İŞ'in önderliğinde 12 Eylül sonrası ilk işçi yürüyüşü 8
Şubat 1986 günü Denizli'de yapılmıştır.
1987 yılının en önemli
gelişmelerinden biri, TÜRK-İŞ içinde merkez yönetimden bağımsız olarak şube
platformlarının ortaya çıkması olmuştur.
Bu platformlar konfederasyon
yönetimi ve Başkanlar Kurulu üzerinde etkide bulunarak sendika içi demokrasinin
gelişmesinde rol oynamışlardır. 1987 yılının TÜRK-İŞ tarafından “Eylem Yılı”
olarak ilan edilmesinde, 1988 yılı içinde kademeli eylem kararlarının alınmasında ve
1989’da ki Bahar Eylemleri’nde itici güç şube platformundan gelmiştir.
TÜRK-İŞ tarafından 29 Ağustos’ta Seydişehir’de miting, 26 Temmuz ve 24 Kasım’da
İstanbul’da, 17 ve 27 Kasım’da Ankara’da ve 12 Aralık’ta Adana’da kapalı salon
toplantıları düzenlenmiştir. Bu eylemlerin ana temalarından birisi de, 6 Eylül
1987 günü siyasi yasakların kaldırılmasıyla ilgili Anayasa değişikliği için
yapılacak halk oylaması olmuştur. Bu halk oylamasına yönelik olarak TÜRK-İŞ
Başkanlar Kurulu siyasi yasakların kalkması için “Evet” oyu kullanılması
yönünde bir kampanyanın başlatılması kararı almıştır. 33 ilde düzenlenen “Yasaksız
Demokrasi” konferanslarıyla TÜRK-İŞ tarihinde ilk kez siyasi iktidara karşı bir
kampanyaya başlamıştır.
- 1989 ilkbahar İşçi
Eylemleri gerçekleştirilmiştir.
1989 yılı, Türkiye Sendikal
Hareketi tarihinde adından söz edilecek düzeyde yaygın işçi direnişlerinin
olduğu bir yıl olarak yaşanmıştır. Yalnızca bir bölge değil, Türkiye geneline
yayılarak gerçekleştirilmiş olan direnişler; nitelik, etkinlik, süre, eylem çeşitliliği
ve 1 milyon 300 binin üzerinde işçinin katılımı açılarından 12 Eylül’den bu
yana en yoğun olarak yaşanan eylemler olmuşlardır.Bu nedenle 1989 ilkbahar İşçi
Eylemleri Türk İşçi Hareketi açısından çok önemli bir gelişmedir.
1988 yılında da çok geniş
kitlelerin katılımlarının sağlandığı çeşitli direniş eylemleriyle
karşılaşılmıştır, ancak 1989 İlkbahar İşçi Eylemleri işçi sınıfı tarihinde
diğer eylemlerin önüne geçmiştir. 1988 ve 1989 yıllarında gerçekleşen eylemler
arasında çeşitli farklılıklar bulunmaktadır. Şöyle ki, 1988 yılı direnişlerinde
politik yönler daha çok ağır basarken, 1989 yılı direnişlerinde ise, toplu iş
sözleşmesi uyuşmazlıkları daha ağırlık kazanmış, ancak işçiler sokağa
döküldükten sonra, diğer güncel sorunlara karşı talepler de gündeme
getirilmiştir. Örneğin, toplu iş sözleşmesi uyuşmazlıklarının çözümü, ek zam talebi,
işçi alacaklarının ödenmesi, ücretlerin yeterli düzeye çekilmesi gibi ekonomik
talepleri içermesinin yanı sıra işten atılmaların önlenmesi de yoğun olarak
dile getirilmiştir. Kısacası bu direnişleri o zaman için iktidarda bulunan Özal
Hükümetine yönelik, işçilerden gelen bir karşılık olarak düşünmek mümkündür.İlkbahar
işçi eylemlerinin değerlendirilmesi gereken çok önemli bir yanı da siyasi bir
istismara fırsat vermeyecek kararlılıkta gerçekleştirilmiş olmasıdır. Nitekim 1989
yılının başından itibaren eylemlerini sıklaştıran işçiler provokasyonlara ve
istismarlara karşı son derece dikkatli bir biçimde eylemlerine devam
etmişlerdir. Bu gelişmenin Türk işçi hareketi açısından kayda değer yanı,
kendisini istismar etmek isteyenlere karşı duyarlılığın yükseldiği ve mücadelesinin
hak mücadelesi anlayışı içerisinde
kararlı olmasıdır. 1989 Bahar eylemleri türleri itibariyle de dikkat çekicidir.
Bunlar topluca viziteye çıkma, sessiz yürüyüş, alkışlama, telgraf çekme, sakal
bırakma, konuşmama, yalınayak yürüme gibi eylemlerdir.Siyasal açıdan bir
değerlendirme yapıldığında; bu eylemler tam anlamıyla sınıf çıkarları yönünde
siyasal bir nitelik kazanmasa da, yeni bir toplumsal muhalefetin başlangıç
noktası olma özelliği ile önemlidir. Üretim ve dayanışmadan gelen gücün nasıl
etkili olabildiği görülmüş, meşru kitle mücadelesi anlayışı yaygınlaşmıştır.
Siyasal iktidarın yanı sıra sendikalar da mevcut politikalarını gözden
geçirmeye zorlanmış, özellikle TÜRK-İŞ içinde yeni arayışlar bu eylemlerle
iyice belirginlik kazanmıştır.1989 yılı yalnızca sendikalı işçilerin değil,
sendikasız işçilerin ve diğer emekçilerin de yoksulluğa ve baskılara karşı
sesini yükselttiği bir yıl olmuştur. Sağlık personelinin ve öğretmenlerin
sendikalaşma mücadeleleri buna örnek olarak gösterilebilir.İlkbahar işçi eylemlerinin
hemen arkasından başlayan ve 137 gün süren Demir Çelik Grevi ise , neticeleri
itibari ile 12 Eylül sonrasında çok önemli bir dönüm noktası olarak ortaya
çıkmıştır. Ayrıca 1980 sonrası ilk önemli grev olması bakımından, 1987
Seydişehir Alüminyum Fabrikası Grevini burada özellikle belirtmek
gerekmektedir.
3.Anayasalar ve Sendikal Haklar
- 1924 Anayasasına bakıldığında
Kurtuluş Savaşı sonrası Türk Toplumunun siyasal, hukuksal ve toplumsal
devrimlerinin dönüşümlere uygun bir şekilde yerleştirilmesi ve Devrimin amacı
olan çağdaş uygarlık düzeyinin yakalanması gibi gereksinimleri karşılamaya
yönelik bir içerik taşıdığı görülür. Ancak yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin
öncelikleri ve önceliklerin pratiğe geçirilme endişesi, sendikal hakların
anayasal düzenlemesini göz ardı etmiş ve ertelemiştir.
- 1961 Anayasasına gelince,
sendikal haklar bakımından anayasalar içinde çağdaş toplumların en belirgin
özelliği olan örgütlenme özgürlüğüne hak ettiği yeri veren tek Anayasadır.
Ancak gurur verici bu nitelik 1971 anayasa değişikliklerine kadar sürmüş ve bir
takım kısıtlamalara gidilmiştir.
- 1982 Anayasasına bakıldığında
ekonomik ve sosyal haklardan oldukça önemli bir bölümünün çalışma yaşamı ile
ilgili alanlara yer verdiği görülmektedir. Bu haklar iki grupta toplanabilir:
Birinci grup, bireysel iş ilişkilerini düzenleyen kuralları içine almaktadır.
Buna göre çalışma hakkı ve ödevi (m. 49), çalışma koşulları ve dinlenme hakkı
(m. 50), ücrette adaleti sağlama (m. 55) gibi düzenlemelere yer vermiştir.
İkinci grupta yer alan kurallar, toplu çalışma ilişkilerini düzenleyen
kurallardır. Bunlar, sendika kurma hakkı (m. 51), toplu pazarlık hakkı (m. 53),
grev hakkı (m. 54) gibi maddelerdir.
Anayasalar dışında ayrıca, 1946'dan
günümüze Türkiye'de üç sendikalar yasası (SY) uygulanmıştır. Bunların ilki 1947
yılında kabul edilen 5018 Sayılı İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika
Birlikleri Hakkındaki Kanun, ikincisi, 1963 yılında kabul edilen 274 Sayılı
Sendikalar Yasası ve üçüncüsü, 1983 yılında kabul edilen 2821 Sayılı Sendikalar
Yasasıdır.
4.SENDİKAL HAKLARA GETİRİLEN YASAKLAMALAR VE YASAL DÜZENLEMELER
- 1930 sonrası işçi haklarına yönelik yasaklardan biri 1936 yılında
kabul edilen 3008 sayılı iş yasası ile getirildi.1937 yılında yürürlüğe giren
bu yasa ile bazı işçilere çeşitli haklar tanındı. Ancak grev yapmak açık bir
şekilde yasaklandı.Yine bu yasadan önce 1933 yılında Türk Ceza Kanunu'nda
yapılan bir değişiklik ile zor ve şiddet kullanarak veya tehdit ile işçileri
greve zorlayanların, altı aydan beş yıla kadar hapsedilmesi hükmü yer almıştır.
- 1938 yılında kabul edilen
Cemiyetler Yasası ile de "sınıf esasına dayalı" örgüt kurmak
yasaklanmıştır Diğer bir deyişle 1946 yılına kadar sendikalaşma önce fiilen,
daha sonra ise hukuken yok edilmiştir.
- İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra
1946 yılında 4919 sayılı yasa ile sendikal yasak kaldırılmış ve 1947'de 5018
sayılı yasa ile sendikalar yasası kapsamına girenlere sendika hakkı
tanınmıştır. Diğer taraftan yine bu dönemde basında çalışanlara (5953 sayılı
yasa, m. 22) ve Deniz İş Yasası kapsamında bulunanlara (6379 sayılı yasa, m.
40) sendika hakkı verilmiştir. Fakat grev hakkı, 3008 Sayılı İş Yasası ile
yasaklanmıştır.
- 1946-1960 dönemi sendika konusu
ile ilgilenen yazarlar arasında "Grev Haksız Sendikacılık Dönemi"
olarak bilinir. Bu dönemde 1938 yılında kabul edilen Cemiyetler Kanununda
getirilen "sınıf esasına dayalı cemiyet kurma yasağı" 1946 haziran
ayında kaldırıldı.
- 20 Şubat 1947 Tarihinde
yürürlüğe giren 5018 Sayılı İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri
Hakkında Yasa ile sendikacılık hareketlerinin denetim ve güdüm altına alınması
amaçlanmıştır. 1950 yılında Hastalık ve Analık Sigortası Yasası ve İş
Mahkemeleri Yasası kabul edilmiştir.
- 1961 Anayasasında işçilere
sendikal hakları verilmiş ve 1963 yılında çıkarılan 274 sayılı sendikalar ve
275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt yasalarıyla bu haklar yeniden
düzenlenmiştir. 1961 Anayasası'nın getirdiği en önemli haklardan biri sendika
hakkı kurmak ve üye olma hakkıyla toplu sözleşme ve grev hakkının anayasal teminat
altına alınmış olmasıdır.
- 1963 yılında kabul edilen 274
sayılı Sendikalar Yasası ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt
Yasası ile "Grev Hakkı Toplu Pazarlık Dönemi" başlamıştır.
- 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi
ve Grev ve Lokavt Yasası ile 1961 Anayasası'nın çok geniş bir biçimde tanıdığı
grev hakkı aşağıdaki konularda kısıtlanmıştır.
·
Sendika üyesi olmayan işçilerin grev yapması
yasaklandı.
·
Yürürlükte bir toplu iş sözleşmesi varken,
beklenmedik olumsuz ekonomik gelişmeler karşısında işçilerin yeni menfaat
sağlamak için yeni toplu iş sözleşmesi yapmaları ve bu amaçla greve
gidebilmeleri yasaklandı.
·
Sendika kararı olmadan grev yapmak yasaklandı.
·
İşverenlere lokavt yetkisi tanındı
·
Genel grev, dayanışma grevi, iş yavaşlatma,
siyasal amaçlı grev yasaklandı.
·
Grev hakkının sendikalarca kullanımı karmaşık ve
uzun zaman alan bir prosedürün tamamlanması önkoşuluna bağlandı.
·
Savaşta ve genel veya kısmı seferberlikte grev
yasaklandı.
·
Sağlıkla ilgili işyerlerinde (ilaç üretimi dışında),
su- elektrik ve havagazı üretim ve dağıtım işlerinde ve eğitim kurumlarında
grev yasaklandı.
·
Milli Savunma Bakanlığı ve Jandarma Genel
Komutanlığı işyerlerinde grev hakkı sınırlandı.
·
Sıkı yönetim dönemlerinde grev hakkının
kullanımı, sıkıyönetim komutanlıklarının iznine bağladı.
·
Doğal afetlerde Bakanlar Kurulu'na grev
yasaklama yetkisi tanındı.
·
Bakanlar Kurulu'na, "Milli Güvenlik"
veya "Genel Sağlığa Aykırılık" iddiasıyla, grevleri önce 30 gün, daha
sonra da 60 gün süreyle erteleme yetkisi tanındı.
·
Mahkemelere grevi durdurma yetkisi verildi.
·
1961 Anayasasının işçilere tanımış olduğu grev
hakkını düzenleyen 1963 tarihli Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanununun
55. Maddesi ile "Devlet, il Özel İdaresi ve Belediye kararlarına etki
amacıyla grev ve lokavt yapılamayacağı" yolunda bir hüküm öngörülmüştür. Ayrıca
aynı kanunda genel grev hakkına da yer verilmiş değildir. Bütün bunlara karşın;
sınırlı bir biçimde de olsa grev hakkının tanınmış olması, sendikaların siyasal
ağırlıklarını ve ekinliklerini dolaylı olarak arttırıcı yönde sonuçlar
doğurmuştur,denilebilir.
5.Memur Sendikaları
"Takrir-i Sükun" (1925)
yasaklarını izleyen yasakçı "tek parti yönetimi" zamanında varlık
gösteremeyen memur örgütleri 1946'da yeniden boy göstermeye başladılar. Mahalli
düzeydeki öğretmen dernekleri 1946'da "Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli
Federasyonu" nu kurdular. 1961 Anayasası'nın 46. maddesi sendikalaşma
hakkını işçilerle birlikte memurlara da tanımıştı. Anayasanın bu hükmü
uyarınca, 1965'te çıkarılan 624 sayılı "Devlet Personeli Sendikaları
Kanunu" toplu sözleşme ve grev haklarını içermiyor, öte yandan işyeri,
meslek ve statü (kademe) temelinde örgütlenmeye olanak veriyordu. Bu durum, tam
bir sendika enflasyonuna neden oldu ve 1971'e kadar devam eden bu ilk sendikalaşma
döneminde 600 civarında memur sendikası kuruldu. Birleşen bazı sendikalar
"Türkiye Kamu Personeli Sendikaları Konfederasyonu" ve "Türkiye
Devlet Teşekkül ve Teşebbüsleri Personel Sendikaları Konfederasyonu"
adıyla üst örgütlenmeler yarattılar. Söz konusu dönemde oldukça cılız ve
etkisiz olan memur sendikaları içinde TÖS ve T.İLK-SEN 15-19 Aralık 1969'da
gerçekleştirdikleri 4 günlük "genel öğretmen boykotu" ile dikkati
çekmektedir.
160 bin civarında öğretmenin
çalıştığı 1969 Türkiye'sinde 110 bin civarında öğretmenin katıldığı bu boykot,
işçi sınıfı tarihinin önemli grevlerinden biri olarak "meşru
mücadele" anlayışının oluşmasında kritik bir rol oynamıştır. 12 Mart 1971
darbesinin ardından, 20.09.1971 tarihli Anayasa değişikliği ile Anayasanın 46. maddesindeki
'çalışanlar' ibaresi yerine 'işçiler' ibaresinin konulmasıyla ve 119.
maddesinin de 'memurlar… siyasi partilere ve sendikalara üye olamazlar'
biçiminde değiştirilmesiyle memurların sendikalaşma hakkı ortadan
kaldırılmıştır. Anayasanın geçici 16,. maddesiyle de daha önce kurulmuş olan
memur sendikalarının faaliyetlerinin sona erdirildiği hükme bağlanmıştır.
1971'de sendika hakkının böylece ortadan kaldırılmasının ardından memurlar
1980'e kadar sürecek olan yeni bir dernekleşme sürecine girdiler. TÖS ve
T.İLK-SEN'in yerine TÖB-DER kuruldu. (1971) Tüm-Der, Mem-Der gibi tüm memurları
kapsamayı amaçlayan memur derneklerinin yanı sıra TRT-DER, GENEL-DER, EGO-DER,
DDY-DER, TEK-DER, SAYIŞTAY-DER gibi işyeri eksenli memur dernekleri ile daha
genel ve kapsayıcı nitelikteki TÜS-DER, POL-DER, ENERJİ-DER, TÜM SAĞLIK-DER,
TÜMAS, TÜM-ÖD gibi mesleki temelde dernekler kuruldu. 12 Eylül darbesi tüm işçi
ve emekçi örgütlerine olduğu gibi, memur derneklerine de ağır darbeler vurdu,
dernekler kapatıldı. Binlerce memur örgütsel faaliyetlerinden ötürü
cezaevlerine dolduruldu, baskıya uğradı. Derneklerin mal varlıklarına el
konuldu. 1986'da eski TÖS, T.İLK-SEN ve TÖB-DER yönetici ve üyelerince
çıkarılmaya başlanan "abece dergisi" örgütlenme arayışlarını başlatmış,
1988'de çalışan öğretmenlerin üye olamadığı ama "fahri üye"
olabildiği EĞİT-DER kurulmuştu. Yerel yönetimler, ulaştırma, sağlık vb.
sektörlerde de yaygınlaşan dernekler, sendikalaşmanın "bir laboratuar
çalışması" olarak önemli işlevler gördüler. 1989'da EĞİT-DER'in
düzenlediği "Uluslararası Kamu Çalışanları Sendikal Haklar Kurultayı"
ile sendikalaşma arayışları yeni bir evreye, "girişim evresine"
taşındı. Bu gelişmede işçi sınıfının 12 Eylül yıllarında uğranılan hak
kayıplarını telafi etmeye dönük "1989 Bahar Eylemleri"nin ve
1990'daki "madenci yürüyüşünün önemli bir itici rol oynadığı
bilinmektedir. 28.05.1990'da Ankara'da kurulan ilk memur sendikası EĞİTİM-İŞ'i
Temmuz 1990'da İstanbul'da KAM-SEN, 13.11.1990'da İstanbul'da EĞİT-SEN izledi.
Kendilerine artık "kapıkulu zihniyetini" çağrıştıran
"memur" yerine "kamu çalışanı" ya da "kamu
emekçisi" diyen kamu görevlilerinin sendikalaşması çığ gibi büyümeye
başladı.
6. TÜRKİYEDE SENDİKA SAYILARI
İşçi, Sendika ve Konfederasyon
Sayıları: 2821 sayılı Sendikalar Kanunu çerçevesinde, ülkemizde 148 sendika
ve 4 konfederasyon faaliyet göstermektedir. Bu sendikalardan 101’i işçi
sendikası olup bunlardan 33’ü Türk-İş, 9’u Hak-İş, 16’sı DİSK ve 43’ü de
bağımsız olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Toplam 47 işveren sendikasından
24’ü bağımsız olarak, 23’ü ise TİSK’e bağlı olarak faaliyetini sürdürmektedir.
İşçi kesiminde Türk-İş, Hak-İş ve DİSK olmak üzere 3, işveren kesiminde ise
TİSK Konfederasyonu olmak üzere toplam 4 Konfederasyon mevcuttur. Toplam
sendikalaşma oranı ise %59,88'dir.
Kamu Görevlileri Sendika ve
Konfederasyon Sayıları: 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanununa
göre kurulmuş sendika sayısı 102, konfederasyon sayısı ise 8’ dir. Toplam
sendikalaşma oranı ise %57,89'dur.(Çalışma ve sosyal güvenlik bakanlığı 2010
Raporu)
KAYNAKÇA
- Ahmet MAKAL,Türkiye’de
Tek Partili Dönemde Çalışma İlişkileri (1923-1946), (1999) Ankara İmge
yayınları
- Alpaslan IŞIKLI,Sendikacılık ve Siyaset, (1990),
Ankara, 4. Basım, İmge Yayınları
- Berdan Güney,Kavel Grevi,
Marksist tutum dergisi
- Birten Çelik,Türkiye`de işçi
hareketlerinin tarihsel gelişimi (1800-1870),Dokuz Eylül Üniversitesi doktora
tezi 1999
- Dicle Yeşil,1966 Paşabahçe
grevi,Marksist tutum dergisi
- Engin Sezgin,Bir sendika tarihi
: Genel-iş (1962-1980),Yüksek lisans Tezi,ANKARA 2006
- Hasan Alpaslan Altuğ,1968 – 1980 Yılları arasında Konya'da
Toplumsal hareketler Selçuk y.lisans tezi
- Kemal Hikmet,Tek partili dönemde işçi örgütlenmeleri
ve sendikal hareketler, Aralık 2007
- Necmettin Özerkmen, Geçmişten Günümüze Türkiye'de Anayasa ve
Yasalarda Sendikal Hakların Düzenlemesi ve Getirilen Kısıtlamalar, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi )
- Seda Akyalçın,Türkiye'de
geçmişten günümüze işçi sendikaları ve siyasi partiler arasındaki ilişkiler,
Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Eskişehir 2002
- Şehmus GÜZEL,Türkiye’de İşçi Hareketi (Yazılar, Belgeler),İstanbul 1993 Sosyalist
yayınları
- Yüksel AKKAYA,Türkiye’de
İşçi Sınıfı ve Sendikacılık 1, (2002) , Praksis, Kış 2002 sayı 5.
- HAK-İŞ Resmi web sitesi
- Tez-koop-iş
(Türkiye,Ticaret,kooperatif,eğitim,büro ve güzel sanatlar işçileri sendikası)
resmi web sitesi
- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı