1-GİRİŞ
İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Türkiye savaşa
girmediği halde büyük ekonomik sıkıntılar yaşadı. Savaşın ortaya çıkardığı
koşullara hazırlıksız yakalanan Türkiye, savaşın ülkenin ekonomik ve sosyal
hayatına etkilerini hafifletebilmek amacıyla sıkı ekonomik denetimlere,
vergilendirmelere, karneyle gıda dağıtımlarına başvurdu. Ancak bu sıkı
denetimler yaşanan ekonomik şartları ağırlaştırdı. Nüfusun büyük bölümünün
silah altında tutulması sebebiyle üretimde düşüşler meydana geldi, ithalat
geriledi, bölüşüm ilişkileri bozuldu, yolsuzluklar ve karaborsa önlenemedi.
Çalışmamızda; İkinci Dünya Savaşı yıllarında
ekonomik sıkıntılara karşı alınan önlemleri ve uygulanan iktisadi politikaları inceleyip,
Türkiye’nin savaş sonrası dönemlerde yaşadığı iktisadi gelişmeleri aktarmaya
çalışacağız.
2-SAVAŞ YILLARINDA SIKI DENETİM
Bunalımlar, savaşlar hem ülke içi
sınıflar arasında, hem de devletler arasında huzursuzluklar yaratır. Ülke
yöneticileri, kendi üzerlerindeki baskıyı, yabancı rakiplerinin zararına
azaltmayı hedefler. Ülkeler birbirlerinin paralarını devalüe eder, gümrük
tarifelerinin engellerini yükseltir ve daha çok yerli mallarının satışını geliştirmeye
çalışır. Devlet ayrıca her zamankinden daha çok ekonomik faaliyetlere ve
reformlara gider.[1]
İkinci Dünya Savaşı, Birinci Dünya
Savaşında olduğu gibi egemen devletler arasında gerçekleşti. Müttefik
devletleri; İngiltere, Sovyetler, Fransa, ABD, mihver devletleri de Almanya,
İtalya, Japonya oluşturuyordu. Savaş 1 Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya’yı
işgal etmesiyle başladı. Savaş sırasında ülkelerin başında bulunan devlet
adamları Hitler ve Mussolini’nin cephe
askerleri olması, Roosevelt ve Churchill’in birinci dünya savaşı sırasında
siperlerde bulunması, ayıca Stalin’in de savaş komuta heyetinde olması; zaferin
kazanılması için daha akılcı tekniklerin kullanılmasına, en çıkarcı oyunların
oynanmasına sebep oldu ve bu yüzden
İkinci Dünya Savaşı, Birinci Dünya Savaşına göre daha acımasız ve yıkıcı
sonuçlar meydana getirdi, milyonlarca insan hayatını kaybetti.
İkinci Dünya Savaşı sırasında, Türkiye Fransa ve
İngiltere ile ittifak imzaladı, tarafsız değildi fakat savaşın dışında kalmak
istedi. Türkiye her ne kadar savaşın dışında kalmak istediyse de, savaşın
ekonomik bedellerini fazlasıyla ödedi. Mevcut kaynakların ve üretim
imkanlarının savunma hizmetlerine yöneltilmesi, sıkıntıları arttırdı ve alınan
idari önlemler sorunları gidermede yetersiz kaldı.[2] Ekonomiye
ilk müdahale; sıkı denetimler içeren Milli Korunma Kanunu ile oldu. Fakat uygulanan
sıkı denetimler karaborsayı, fırsatçılığı tetikledi ve haksız kazançlar elde
edildi. Önü alınamayan haksız kazançlar için bir defaya mahsus Varlık Vergisi
Kanunu çıkarıldı. Ancak bu kanun da diğer kanun(lar)da olduğu gibi eşitsizlik
içeriyordu. Daha sonra Toprak Mahsulleri Vergisi ile de küçük üreticiler
üzerinde ağır bir yük oluşturuldu.[3] Bu
dönemlerde yaşanan gelişmelere ayrıntılı olarak bakalım:
2.1-Milli Korunma Kanunu ( Ocak
1940)
Savaş yıllarında uygulanan iktisadi müdahalelerin
başında, Refik Saydam Hükümetinin 18 Ocak 1940‘ta yürürlüğe koyduğu Milli
Korunma Kanunu gelmektedir. Bu kanun hükümete ekonomik müdahale kapsamında
oldukça geniş yetkiler veriyordu. Söz konusu kanun çerçevesinde hükümet
ekonomiyi denetim altına alacak, sanayi ve maden işletmelerini denetleyecek,
uygun gördüğü ekonomik programı uygulamayan işletmelere de el koyabilecekti.[4] Ayrıca
katı fiyat denetimleri uygulayacak, çalışma sürelerini uzatarak işgücünü
denetleyecek, ithalat ve ihracatta en yüksek ve en düşük fiyatları belirleyerek
iç ve dış ticaret üzerindeki denetimleri artırabilecekti.(Boratav, 2009: 84)
Milli Korunma Kanunu’nun iktisadi hükümleri oldukça
önemli maddeler içeriyordu çünkü bu maddelerle ekonomik ve sosyal hayat denetim
altına alınacaktı. Kanununun 10. Maddesine göre; Hükümetçe lüzum görülen sanayi ve maadin müesseseleriyle bu
müesseselere bağlı iş yerlerinde ve bu kanunun derpiş ettiği ihtiyacı
karşılamak amaciyle Hükümetçe tayin edilecek diğer iş yerlerinde çalışan
işçiler, teknisyenler, mühendisler, ihtisas sahipleri ve sair hizmetliler
çalıştıkları müesseseyi veya iş yerlerini, kabule şayan bir mazeret olmaksızın,
terk edemeyeceklerdi (3780,18/01/1940). Bu madde hükümete, çalışma süreleri ve ücretlerini denetleme
gibi haklar vermiştir. Ayrıca işçi uygun
bir mazeret belirtmediği ve izin almadığı sürece işini terk edecek olursa, onu
işinin başına getirmek için harcanan süre kadar çalıştırılacak, harcanan
maliyet kadar da yevmiyesinden kesilecekti.
Kanunun 7. Maddesine göre de ; Hükümet, halk ve Milli Müdafaa ihtiyaçlarını karşılayabilecek şekil
ve hacimde istihsalde bulunmaları için sanayi ve maden müesseselerini kontrol
ederek bunları lazım gelen faaliyete sevk edebileceği ve imal ve işletme
bakımından tadilata tabi tutulabileceği gibi bu müesseselere tesisatta iktiza
eden tevziatı da yaptırabilir ve bu maksatla sanayi ve maden müesseselerine
kredi, malzeme, işçi ve ihtisas elemanları temin edebilir. Sanayi ve maden müesseselerinin
sahipleri Hükümetçe lüzum görülen tadilat ve tevziatın yapılmasına muvafakat
etmedikleri takdirde bu müesseselere el koyarak lüzumlu tadil ve tevsileri
Hükümet kendi hesabına yapabilecekti (3780,18/01/1940). Bu madde ile de
özel firmaların pazarladığı mallara fiyat denetimleri uygulanabilecek,
uygun görülen faaliyet programına uymayan sanayi ve maden müesseselerine el
konulabilecekti.
Savaş yılları boyunca uygulanan ekonomi
politikalarından en çok tarım kesimi etkilendi. İşgücünün –tarım kesiminin- silah
altında tutulması, üretimin azalmasına neden oldu. Üretimin azalmasıyla ithalat
da düşünce, ortaya çıkan dengesizlik vergilerle kapatılmaya çalışıldı. Verginin
ağır yükü yine köylünün omuzlarındaydı. Örneğin 1941’de her bir çift öküz için
küçük köylüden 20 kg buğday fiyatına denk vergi isteniyordu.[5] Bu
vergiyi para olarak ödemek istemeyen köylüye de devlet işlerinde çalışma
zorunluluğu getiriliyordu. Savaş yıllarında hububat üretiminde oldukça büyük
düşüşler yaşandı. Özellikle buğday üretiminde
%50’ye yaklaşan bir gerileme meydana geldi.(Boratav, 2009: 81) Ordunun
büyümesiyle artan talep var olan üretimle karşılanamayınca, Milli Korunma
Kanunu kapsamında üreticilerin hububatlarını Toprak Mahsulleri Ofisi’ne
satmaları kararlaştırılır. Ancak savaşın ortaya çıkardığı olumsuzluklar
nedeniyle üreticiler, mallarını satmak yerine stoklamayı tercih ettiler. Zira
hükümet, üreticilerin hububatlarına piyasa fiyatı 50 kuruşken, 20 kuruştan el
koymayı planlıyordu.[6] Sonuç
olarak Şevket Pamuk’un belirttiği üzere hububat planlanan fiyattan alınamadı,
üreticiler stokladıkları ürünleri, iç ticaret hadleri tarım lehine dönünce
piyasaya çıkarmaya başladı, bu durum fiyatları oldukça artırdı. Öyle ki
belediyeler ekmek yapmaya un bulamadı ve ekmek tüketimi karneye bağlandı.
2.2-Varlık Vergisi ( Kasım 1942)
Varlık
Vergisi; Kasım 1942’de genel olarak tüccarlar, özel olarak da azınlıklar için
düzenlenen, bir defaya mahsus olarak alınan vergiydi. Ekonomik kısıtlamalar
karaborsayı artırınca Saraçoğlu hükümeti, aşırı kazançlara karşı böyle bir
uygulama getirdi.
Varlık Vergisi Kanunlarına göre;
vergi ödeme süresi 15 gündü, vergisini 15 günde yatırmayanlara birinci hafta
için yüzde bir, ikinci hafta için yüzde iki zam yapılacaktı. 30 gün içinde
ödenmeyen borçlara karşılık olarak da, belediye hizmetlerinde çalışılacaktı.[7] Oldukça
ilginç bir tasnif yöntemi kullanılmıştı. Kolaylık olması için; Gayri Müslimler için G, Müslümanlar için M,
Ecnebiler için E, Dönmeler için D[8]
harfleri kullanılıyordu. Bu şekilde bir tasnif; vergilendirmenin etnik
ayrıma göre yapıldığını göstermektedir. Her ne kadar böyle bir tasnif yapılsa
da, bu grupların da kendi içinde farklı vergilendirmeye tabii olduğu
söylenmektedir.[9]
Örneğin aynı binada görev yapan iki gayrimüslim tüccarların birinden az,
diğerinden çok vergi alınabilmekteydi. Bu tamamen vergiyi tahsil eden memurun
keyfi uygulamasına bağlıydı.Vergiye hiçbir mükellefin itiraz hakkı
bulunmamaktaydı. Fakat vergi denetimleri için köylere giden defterdarlar ya da
vergi memurlarının, dönemin toprak ağalarının evinde ağırlandığı, bu
ağırlanmaya karşılık vergi memurlarının da mükelleflerin vergi borçlarını
sildiği, daha sonra bu malları, fiyatlar ellerindeki malların aleyhine dönünce
de karaborsaya sürerek sermayelerini kat ve kat arttırdıkları söylenmektedir.
Yine de Varlık Vergisi ile yaklaşık olarak 315 milyon lira tahsil edilmiş, 1942
yılında tedavülde bulunan paranın %41’ine eş değerde bir para tedavülden
çekilerek ekonomiye katkıda bulunulmuştur.[10]
Ayrıca ırk ve din ayrımına tabi ilk vergi uygulaması olarak da maliye
tarihimize geçmiştir.[11]
Varlık vergisi ile iktisadi hayat bunalıma girmişti.
Spekülatif kazançlar artmıştı, çünkü mal kıtlığı, fiyat artışlarına sebep
olmuştu. Bu durum birçok savaş zenginini meydana getirmişti. Örneğin Vehbi Koç
İkinci Dünya Savaşı sırasında hükümet için kamyon ithal etmiş ve bu kamyonlar
için hükümetten %90 komisyon almıştır. Yine Nihat Eczacıbaşı İkinci Dünya
Savaşı sırasında ithalatı duran balık yağı ve bebek maması üretimine
başlamıştır. Ayrıca Arif Payaslıoğlu’nun
bir araştırmasına göre Türkiye’deki önemli firmaların birçoğu İkinci
Dünya Savaşından sonra kurulmuştur.1960 yılında yapılan bir araştırmaya göre;
50 ve daha fazla işçi çalıştıran firmalar incelendiğinde sadece %3’ünün 1923’te
kurulduğu, araştırma kapsamına alınan 126 firmadan 21 tanesinin 1923-1939
arasında, 23 tanesinin 1940-1945 arasında, 75 tanesinin 1946-1960 arasında
kurulduğu tespit edilmiştir. Yine Güvenç Alpender’in bir araştırmasına göre
1965’ten sonra kurulan 103 firmanın yarısından çoğu 1940’tan sonra kurulmuştur.
2.3-Toprak Mahsulleri Vergisi (
Nisan 1944)
Varlık
Vergisi ticari kazançlara, Toprak Mahsulleri Vergisi de tarımsal kazançlara
yönelik aşara benzer bir vergi uygulamasıydı. İlk olarak 1943’te belli başlı
ürünler için %25 vergi uygulamayı öngören kanun, daha sonra 1944’te tüm ürünlerde
%10 vergilendirmeyi içeriyordu. Bu uygulama da küçük üreticiler üzerinde ağır
yük oluşturuyordu. Varlık Vergisi kadar olmasa da, Toprak Mahsulleri Vergisi
ile de yaklaşık 167 milyon lira toplandığı söylenmektedir.
2.4-Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu
(1945)
Savaş
sonrası dönemde, köylüye toprak dağıtmak amacıyla Çiftçiyi Topraklandırma
Kanunu adı altında toprak reformu başlatılmıştır. Daha çok kamu mülkiyetindeki
boş arazilerin kullanımı için başlatılan bu reform çalışması aslında 1930’larda
başlatılmıştı. Fakat İkinci Dünya Savaşının araya girmesiyle bir kenara
bırakıldı. Kanun, Çiftçi Ocakları adlı bir bölüm içeriyordu. Çiftçi Ocakları;
toprakların bölünemeyeceğini, 25 yıldan önce satılamayacağını ve sadece aileden
birilerine devredileceğini öngörüyordu. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, Çiftçi
Ocakları bölümünün çıkarılması ile 1945 yılında kabul edildi. Çiftçiyi
Topraklandırma Kanunu’nun amacı; az topraklı ve topraksız köylülere toprak
sağlamaktı. Kanunun çıkarılmasından sonra dönemin büyük toprak ağalarından
Cavit Oral Tarım Bakanlığına getirilince, köylüye dağıtılan topraklar sınırlı
kaldı.
Ülkede bir yandan sanayileşme
çabaları görülürken, hatta sanayileşme planları hazırlanıp uygulanmaya
çalışılırken, bir yandan da sanayi sonrası oluşabilecek işçi sınıfından
korkulmaktaydı. Çiftçiyi Topraklandırma Kanununun arka planında ideolojik
nedenler yer almaktaydı. Toprakların köylülere dağıtılması hedefleniyordu,
çünkü köylüler toprak dağıtılarak rejime kazandırılacak ve böyle bir kitle
işçileşmeyi önleyecekti. Yani bu toprak reformuyla küçük ve orta büyüklükte
mülk sahibi köylü sınıfı yaratılacak ve denetlemek daha kolay olacaktı.
3-SAVAŞ SONRASI YAŞANAN GELİŞMELER
Dönemin
diğer önemli gelişmelerine bakacak olursak; dönemin önemli gelişmelerinin
başında 1946 yılındaki siyasi değişikliğin geldiğini görürüz. 1946 yılında, tek
partili rejimden, çok partili parlamenter sisteme geçilmesiyle, Türkiye yeni
bir döneme girmiştir. 1946 yılından beri uygulanan korumacı, kapalı, dış
dengeye dayalı politikalar yavaş yavaş gevşetilmiş, dış yardım, kredi ve
sermaye yatırımlarıyla ayakta durmaya çalışan bir ekonomi meydana
gelmiştir.(Boratav, 20009: 94) Her ne kadar serbest ticaret egemen olmaya
başlamış olsa da, Boratav, Beş Yıllık Sanayi Planı yine de korumacı izler
taşıdığını söylemektedir.
1946 yılında yaşanan başka bir
gelişme Türk Lirasının, dolar karşısında 1.28’den, 2.80’e çıkarılarak devalüe
edilmesidir. Bu şekilde Türkiye ekonomisi, yavaş yavaş dünya ekonomisine
entegre olma adımları atmış oluyordu. Zeytinoğlu’nun ifadesiyle eğer
devalüasyon yapılmasaydı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hammadde ihtiyacı
artan sanayileşmiş batılı ülkelere büyük miktarlarda hammadde ihracı
yapılabilecek ve hatta ithalat finanse edilebilecekti. Yine bu dönemde, Beş
Yıllık Sanayi Planı gündeme geldi. Bu kalkınma planını eski Kadroculardan
Şevket Süreyya Ay ve Hüsrev Tökin hazırlamıştı ve bu yüzden 1930’lardan beri
uygulanmaya çalışılan devletçilik mantığının izlerini taşıdığı söylenmektedir. Madencilik,
gıda sanayi, kimya sanayi, makine sanayi, taş kömürü gibi alanlarda yaklaşık 100
fabrika kurmayı planlayan, daha çok ara ve yatırım malları üretimine öncelik
veren bu sanayi planı uygulanamadı.
1948’de devletçilik mantığından
sıyrılma amacıyla, İstanbul Tüccarlar Derneği Türkiye İktisat Kongresini
düzenlemiş, kongreye iş adamları, üniversite hocaları katılmıştır. Bu kongrede;
ülkenin asıl meselesinin devletçilik olduğu, ekonomik gelişmenin bu mantığın
tasfiyesiyle mümkün olabileceği vurgulanmıştır. Bu kalkınma planı resmi olarak
ikinci iktisat kongresi olarak kabul edilmese de devletçilik uygulamalarının
gevşetilmesinde önemli rol oynar. Çünkü bu kongreye çok sayıda muhalif ses
katılmış ve devletçiliğe karşı tepki bu şekilde oluşturulmuştur. Bu kongrede
savunma, orman, tarım, ulaşım gibi konularda düzenlemeler ve vergilendirmeler
konuşulup, Türkiye’nin daha hızlı gelişmesinin koşulları saptanmaya
çalışılmıştır. Bu gelişmelerle Türkiye dışa açılmaya başlar. Hatta hiçbir ekonomik mantığa dayanmadığı halde dış
yardım arama çabasına girer. Bu dönemde Truman Doktrini ve Marshall Planı
çerçevesinde yardımlar almaya başlar. 1947’de Truman Doktrini’yle askeri
yardım, 1948’de Marshall Planı’yla da ekonomik yardımlar alınır. Marshall
Planıyla traktör ithali başlar, nüfus da tarıma dönüş yapınca, araziler ekime açılır ve tarımda olumlu
gelişmeler yaşanır. Marshall yardımları ile 1948’de 1.756 adet traktör varken,
1949’da bu sayı 9.170’e çıkar ve tarımsal kredilerin arttırılmasıyla da ekilen
alanlar artmaya başlar.
4-SONUÇ
İkinci
Dünya Savaşı yıllarında Türkiye savaşa katılmamasına rağmen askeri harcamalar
bütçe giderlerinin yarısını kaplamış, hükümet de bu açığı kapatmak için
olağanüstü vergiler koymuştur. Milli Korunma Kanunu’yla fiyat artışları,
baskılar ve denetimler artmıştır. Böylece İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye
bir çıkmaza girmiştir. Son kertesine kadar getirilmiş baskı ve sömürü
tedbirleri, yönetmelikler, müdahaleler ve rejimin çerçevesi içinde girişilen
bütün oyunlar ekonomiyi geliştirmekten ziyade geriletmiş ve büyük halk
yığınlarının mutsuz ve yoksul olmasına sebep olmuştur (Yerasimos, 1976: 1328).
Küçük köylü ve yoksullar için düzenlenen toprak yardımları sınırlı kalmış,
savaş yıllarının vergileriyle ağır yük altında bırakılmışlardır.
Savaştan
sonrası dönemlerde uygulanan iktisat politikalarıyla, Türkiye; kapalı, korumacı
politikaları bir kenara bırakıp, dünya ekonomisine ısınmaya başlamıştır. Bu
dönemde 1946 devalüasyonu, çok partili parlamenter sisteme geçiş, dış yardımlar
gibi ülkenin gelecek yıllarını etkileyecek önemli gelişmeler yaşanmış, yine en
son bu dönemlerde Türkiye dış ticaret fazlası vermiştir. Ayrıca yine bu
dönemde, etkisi günümüz ekonomisini belirleyen büyük sermayeler, kendi
temellerini atmıştır.
[1]
-Chris Harman, Halkların Dünya Tarihi: Taş Çağından Yeni
Bin Yıla, Çeviren;Uygur Kocabaşoğlu,Yordam Yayınları İstanbul, 2009.
[2] - Nevin Coşar, Varlık Vergisi Konusundaki Yolsuzluk
Söylentileri, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi,58-2, s.3
[3]
- Bu vergi 1925 yılında
kaldırılan Aşar Vergisi’ne benzetilmektedir.
[4] - İlhan Tekeli – Selim İlkin, Cumhuriyetin Harcı / İkinci Kitap:
Köktenci Modernitenin Ekonomik Politikasının Gelişimi , İstanbul, İstanbul
Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2004 , s.425
[5] - Şevket Pamuk, “İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Devlet, Tarımsal
Yapılar ve Bölüşüm”, Türkiye’de Tarımsal Yapılar (1923-2000), Derleyenler:
Şevket Pamuk-Zafer Toprak, Yurt Yayınları, 1988, s.100
[6] - Şevket Pamuk, (a.g.e)
[8] - Aktaran Nevin Coşar, (a.g.m)
[9] - Ayrıntılı bilgi için; Dönemin
İstanbul Defterdarı olan Faik Ökte’ nin eseri 1951, Dönemle ilgili anılarını yayınlayan Altan Öymen’in
eseri 2002.
[10]
- Nevin
Coşar, (a.g.m)
[11] - Korkut Boratav, Türkiye
İktisat Tarihi 1908-2007, Ankara, İmge Kitabevi, 2009, s.85
Kaynakça
·
Boratav Korkut, Türkiye İktisat Tarihi, Ankara, İmge Kitapevi, 2003.
·
Buğra Ayşe, Devlet ve İşadamları, İstanbul, İletişim Yayınları, 2010.
·
Coşar Nevin, Varlık Vergisi Konusundaki Yolsuzluk Söylentileri, Ankara
Üniversitesi SBF Dergisi.
·
Harman Chris, Halkların Dünya Tarihi: Taş Çağından Yeni Bin Yıla,
Çeviren; Uygur Kocabaşoğlu,Yordam Yayınları İstanbul, 2009.
·
Karaömerlioğlu Asım, Orda Bir Köy Var
Uzakta: Erken Cumhuriyet Döneminde Köycü Söylem, 2009
·
Kazgan Gülten, Tanzimat’tan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, İstanbul, İstanbul
Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2006.
·
Kepenek Yakup, Yentürk Nurhan, Türkiye Ekonomisi, İstanbul, Remzi
Kitabevi, 1996.
·
Pamuk Şevket, Dünya’da Ve Türkiye’de İktisadi Büyüme(1820-2005), Uluslar Arası
Ekonomi Ve Dış Ticaret Politikaları (s3-26), 2007.
·
Sander
Oral, Siyasi Tarih 1918-1994,
İmge Kitabevi, 2007
·
Tekeli İlhan, İlkin Selim, Cumhuriyetin Harcı / İkinci Kitap:
Köktenci Modernitenin Ekonomik Politikasının Gelişimi, İstanbul, İstanbul
Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2004.
·
Tekeli İlhan, İlkin Selim, Cumhuriyetin Harcı / Üçüncü Kitap,
Modernitenin Altyapısı Oluşurken, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınları, 2004.
·
Yerasimos Stefanos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye 3- Birinci Dünya Savaşından 1971’e,
İstanbul, Gözlem Yayınları, 1976.
·
Zeytinoğlu Erol, Türkiye Ekonomisi Dersleri, İstanbul, Kutulmuş Matbaası, 1970.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder