6 Eylül 2016 Salı

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI YILLARINDA TÜRKİYE’NİN UYGULADIĞI İKTİSAT POLİTİKALARI

1-GİRİŞ
İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Türkiye savaşa girmediği halde büyük ekonomik sıkıntılar yaşadı. Savaşın ortaya çıkardığı koşullara hazırlıksız yakalanan Türkiye, savaşın ülkenin ekonomik ve sosyal hayatına etkilerini hafifletebilmek amacıyla sıkı ekonomik denetimlere, vergilendirmelere, karneyle gıda dağıtımlarına başvurdu. Ancak bu sıkı denetimler yaşanan ekonomik şartları ağırlaştırdı. Nüfusun büyük bölümünün silah altında tutulması sebebiyle üretimde düşüşler meydana geldi, ithalat geriledi, bölüşüm ilişkileri bozuldu, yolsuzluklar ve karaborsa önlenemedi.
Çalışmamızda; İkinci Dünya Savaşı yıllarında ekonomik sıkıntılara karşı alınan önlemleri ve uygulanan iktisadi politikaları inceleyip, Türkiye’nin savaş sonrası dönemlerde yaşadığı iktisadi gelişmeleri aktarmaya çalışacağız.
2-SAVAŞ YILLARINDA SIKI  DENETİM
            Bunalımlar, savaşlar hem ülke içi sınıflar arasında, hem de devletler arasında huzursuzluklar yaratır. Ülke yöneticileri, kendi üzerlerindeki baskıyı, yabancı rakiplerinin zararına azaltmayı hedefler. Ülkeler birbirlerinin paralarını devalüe eder, gümrük tarifelerinin engellerini yükseltir ve daha çok yerli mallarının satışını geliştirmeye çalışır. Devlet ayrıca her zamankinden daha çok ekonomik faaliyetlere ve reformlara gider.[1]
            İkinci Dünya Savaşı, Birinci Dünya Savaşında olduğu gibi egemen devletler arasında gerçekleşti. Müttefik devletleri; İngiltere, Sovyetler, Fransa, ABD, mihver devletleri de Almanya, İtalya, Japonya oluşturuyordu. Savaş 1 Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya’yı işgal etmesiyle başladı. Savaş sırasında ülkelerin başında bulunan devlet adamları  Hitler ve Mussolini’nin cephe askerleri olması, Roosevelt ve Churchill’in birinci dünya savaşı sırasında siperlerde bulunması, ayıca Stalin’in de savaş komuta heyetinde olması; zaferin kazanılması için daha akılcı tekniklerin kullanılmasına, en çıkarcı oyunların oynanmasına sebep oldu ve bu yüzden  İkinci Dünya Savaşı, Birinci Dünya Savaşına göre daha acımasız ve yıkıcı sonuçlar meydana getirdi, milyonlarca insan hayatını kaybetti.
İkinci Dünya Savaşı sırasında, Türkiye Fransa ve İngiltere ile ittifak imzaladı, tarafsız değildi fakat savaşın dışında kalmak istedi. Türkiye her ne kadar savaşın dışında kalmak istediyse de, savaşın ekonomik bedellerini fazlasıyla ödedi. Mevcut kaynakların ve üretim imkanlarının savunma hizmetlerine yöneltilmesi, sıkıntıları arttırdı ve alınan idari önlemler sorunları gidermede yetersiz kaldı.[2] Ekonomiye ilk müdahale; sıkı denetimler içeren Milli Korunma Kanunu ile oldu. Fakat uygulanan sıkı denetimler karaborsayı, fırsatçılığı tetikledi ve haksız kazançlar elde edildi. Önü alınamayan haksız kazançlar için bir defaya mahsus Varlık Vergisi Kanunu çıkarıldı. Ancak bu kanun da diğer kanun(lar)da olduğu gibi eşitsizlik içeriyordu. Daha sonra Toprak Mahsulleri Vergisi ile de küçük üreticiler üzerinde ağır bir yük oluşturuldu.[3] Bu dönemlerde yaşanan gelişmelere ayrıntılı olarak bakalım:
2.1-Milli Korunma Kanunu ( Ocak 1940)
Savaş yıllarında uygulanan iktisadi müdahalelerin başında, Refik Saydam Hükümetinin 18 Ocak 1940‘ta yürürlüğe koyduğu Milli Korunma Kanunu gelmektedir. Bu kanun hükümete ekonomik müdahale kapsamında oldukça geniş yetkiler veriyordu. Söz konusu kanun çerçevesinde hükümet ekonomiyi denetim altına alacak, sanayi ve maden işletmelerini denetleyecek, uygun gördüğü ekonomik programı uygulamayan işletmelere de el koyabilecekti.[4] Ayrıca katı fiyat denetimleri uygulayacak, çalışma sürelerini uzatarak işgücünü denetleyecek, ithalat ve ihracatta en yüksek ve en düşük fiyatları belirleyerek iç ve dış ticaret üzerindeki denetimleri artırabilecekti.(Boratav, 2009: 84)
Milli Korunma Kanunu’nun iktisadi hükümleri oldukça önemli maddeler içeriyordu çünkü bu maddelerle ekonomik ve sosyal hayat denetim altına alınacaktı. Kanununun 10. Maddesine göre; Hükümetçe lüzum görülen sanayi ve maadin müesseseleriyle bu müesseselere bağlı iş yerlerinde ve bu kanunun derpiş ettiği ihtiyacı karşılamak amaciyle Hükümetçe tayin edilecek diğer iş yerlerinde çalışan işçiler, teknisyenler, mühendisler, ihtisas sahipleri ve sair hizmetliler çalıştıkları müesseseyi veya iş yerlerini, kabule şayan bir mazeret olmaksızın, terk edemeyeceklerdi (3780,18/01/1940). Bu madde hükümete,  çalışma süreleri ve ücretlerini denetleme gibi haklar vermiştir. Ayrıca  işçi uygun bir mazeret belirtmediği ve izin almadığı sürece işini terk edecek olursa, onu işinin başına getirmek için harcanan süre kadar çalıştırılacak, harcanan maliyet kadar da yevmiyesinden kesilecekti.
Kanunun 7. Maddesine göre de ; Hükümet, halk ve Milli Müdafaa ihtiyaçlarını karşılayabilecek şekil ve hacimde istihsalde bulunmaları için sanayi ve maden müesseselerini kontrol ederek bunları lazım gelen faaliyete sevk edebileceği ve imal ve işletme bakımından tadilata tabi tutulabileceği gibi bu müesseselere tesisatta iktiza eden tevziatı da yaptırabilir ve bu maksatla sanayi ve maden müesseselerine kredi, malzeme, işçi ve ihtisas elemanları temin edebilir. Sanayi ve maden müesseselerinin sahipleri Hükümetçe lüzum görülen tadilat ve tevziatın yapılmasına muvafakat etmedikleri takdirde bu müesseselere el koyarak lüzumlu tadil ve tevsileri Hükümet kendi hesabına yapabilecekti (3780,18/01/1940). Bu madde ile de  özel firmaların pazarladığı mallara fiyat denetimleri uygulanabilecek, uygun görülen faaliyet programına uymayan sanayi ve maden müesseselerine el konulabilecekti.
Savaş yılları boyunca uygulanan ekonomi politikalarından en çok tarım kesimi etkilendi. İşgücünün –tarım kesiminin- silah altında tutulması, üretimin azalmasına neden oldu. Üretimin azalmasıyla ithalat da düşünce, ortaya çıkan dengesizlik vergilerle kapatılmaya çalışıldı. Verginin ağır yükü yine köylünün omuzlarındaydı. Örneğin 1941’de her bir çift öküz için küçük köylüden 20 kg buğday fiyatına denk vergi isteniyordu.[5] Bu vergiyi para olarak ödemek istemeyen köylüye de devlet işlerinde çalışma zorunluluğu getiriliyordu. Savaş yıllarında hububat üretiminde oldukça büyük düşüşler yaşandı. Özellikle buğday üretiminde   %50’ye yaklaşan bir gerileme meydana geldi.(Boratav, 2009: 81) Ordunun büyümesiyle artan talep var olan üretimle karşılanamayınca, Milli Korunma Kanunu kapsamında üreticilerin hububatlarını Toprak Mahsulleri Ofisi’ne satmaları kararlaştırılır. Ancak savaşın ortaya çıkardığı olumsuzluklar nedeniyle üreticiler, mallarını satmak yerine stoklamayı tercih ettiler. Zira hükümet, üreticilerin hububatlarına piyasa fiyatı 50 kuruşken, 20 kuruştan el koymayı planlıyordu.[6] Sonuç olarak Şevket Pamuk’un belirttiği üzere hububat planlanan fiyattan alınamadı, üreticiler stokladıkları ürünleri, iç ticaret hadleri tarım lehine dönünce piyasaya çıkarmaya başladı, bu durum fiyatları oldukça artırdı. Öyle ki belediyeler ekmek yapmaya un bulamadı ve ekmek tüketimi karneye bağlandı.
2.2-Varlık Vergisi ( Kasım 1942)
            Varlık Vergisi; Kasım 1942’de genel olarak tüccarlar, özel olarak da azınlıklar için düzenlenen, bir defaya mahsus olarak alınan vergiydi. Ekonomik kısıtlamalar karaborsayı artırınca Saraçoğlu hükümeti, aşırı kazançlara karşı böyle bir uygulama getirdi.
            Varlık Vergisi Kanunlarına göre; vergi ödeme süresi 15 gündü, vergisini 15 günde yatırmayanlara birinci hafta için yüzde bir, ikinci hafta için yüzde iki zam yapılacaktı. 30 gün içinde ödenmeyen borçlara karşılık olarak da, belediye hizmetlerinde çalışılacaktı.[7] Oldukça ilginç bir tasnif yöntemi kullanılmıştı. Kolaylık olması için; Gayri Müslimler için G, Müslümanlar için M, Ecnebiler için E, Dönmeler için D[8] harfleri kullanılıyordu. Bu şekilde bir tasnif; vergilendirmenin etnik ayrıma göre yapıldığını göstermektedir. Her ne kadar böyle bir tasnif yapılsa da, bu grupların da kendi içinde farklı vergilendirmeye tabii olduğu söylenmektedir.[9] Örneğin aynı binada görev yapan iki gayrimüslim tüccarların birinden az, diğerinden çok vergi alınabilmekteydi. Bu tamamen vergiyi tahsil eden memurun keyfi uygulamasına bağlıydı.Vergiye hiçbir mükellefin itiraz hakkı bulunmamaktaydı. Fakat vergi denetimleri için köylere giden defterdarlar ya da vergi memurlarının, dönemin toprak ağalarının evinde ağırlandığı, bu ağırlanmaya karşılık vergi memurlarının da mükelleflerin vergi borçlarını sildiği, daha sonra bu malları, fiyatlar ellerindeki malların aleyhine dönünce de karaborsaya sürerek sermayelerini kat ve kat arttırdıkları söylenmektedir. Yine de Varlık Vergisi ile yaklaşık olarak 315 milyon lira tahsil edilmiş, 1942 yılında tedavülde bulunan paranın %41’ine eş değerde bir para tedavülden çekilerek ekonomiye katkıda bulunulmuştur.[10] Ayrıca ırk ve din ayrımına tabi ilk vergi uygulaması olarak da maliye tarihimize geçmiştir.[11]
Varlık vergisi ile iktisadi hayat bunalıma girmişti. Spekülatif kazançlar artmıştı, çünkü mal kıtlığı, fiyat artışlarına sebep olmuştu. Bu durum birçok savaş zenginini meydana getirmişti. Örneğin Vehbi Koç İkinci Dünya Savaşı sırasında hükümet için kamyon ithal etmiş ve bu kamyonlar için hükümetten %90 komisyon almıştır. Yine Nihat Eczacıbaşı İkinci Dünya Savaşı sırasında ithalatı duran balık yağı ve bebek maması üretimine başlamıştır. Ayrıca Arif Payaslıoğlu’nun  bir araştırmasına göre Türkiye’deki önemli firmaların birçoğu İkinci Dünya Savaşından sonra kurulmuştur.1960 yılında yapılan bir araştırmaya göre; 50 ve daha fazla işçi çalıştıran firmalar incelendiğinde sadece %3’ünün 1923’te kurulduğu, araştırma kapsamına alınan 126 firmadan 21 tanesinin 1923-1939 arasında, 23 tanesinin 1940-1945 arasında, 75 tanesinin 1946-1960 arasında kurulduğu tespit edilmiştir. Yine Güvenç Alpender’in bir araştırmasına göre 1965’ten sonra kurulan 103 firmanın yarısından çoğu 1940’tan sonra kurulmuştur.
2.3-Toprak Mahsulleri Vergisi ( Nisan 1944)
            Varlık Vergisi ticari kazançlara, Toprak Mahsulleri Vergisi de tarımsal kazançlara yönelik aşara benzer bir vergi uygulamasıydı. İlk olarak 1943’te belli başlı ürünler için %25 vergi uygulamayı öngören kanun, daha sonra 1944’te tüm ürünlerde %10 vergilendirmeyi içeriyordu. Bu uygulama da küçük üreticiler üzerinde ağır yük oluşturuyordu. Varlık Vergisi kadar olmasa da, Toprak Mahsulleri Vergisi ile de yaklaşık 167 milyon lira toplandığı söylenmektedir.
2.4-Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu (1945)
            Savaş sonrası dönemde, köylüye toprak dağıtmak amacıyla Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu adı altında toprak reformu başlatılmıştır. Daha çok kamu mülkiyetindeki boş arazilerin kullanımı için başlatılan bu reform çalışması aslında 1930’larda başlatılmıştı. Fakat İkinci Dünya Savaşının araya girmesiyle bir kenara bırakıldı. Kanun, Çiftçi Ocakları adlı bir bölüm içeriyordu. Çiftçi Ocakları; toprakların bölünemeyeceğini, 25 yıldan önce satılamayacağını ve sadece aileden birilerine devredileceğini öngörüyordu. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, Çiftçi Ocakları bölümünün çıkarılması ile 1945 yılında kabul edildi. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun amacı; az topraklı ve topraksız köylülere toprak sağlamaktı. Kanunun çıkarılmasından sonra dönemin büyük toprak ağalarından Cavit Oral Tarım Bakanlığına getirilince, köylüye dağıtılan topraklar sınırlı kaldı.
            Ülkede bir yandan sanayileşme çabaları görülürken, hatta sanayileşme planları hazırlanıp uygulanmaya çalışılırken, bir yandan da sanayi sonrası oluşabilecek işçi sınıfından korkulmaktaydı. Çiftçiyi Topraklandırma Kanununun arka planında ideolojik nedenler yer almaktaydı. Toprakların köylülere dağıtılması hedefleniyordu, çünkü köylüler toprak dağıtılarak rejime kazandırılacak ve böyle bir kitle işçileşmeyi önleyecekti. Yani bu toprak reformuyla küçük ve orta büyüklükte mülk sahibi köylü sınıfı yaratılacak ve denetlemek daha kolay olacaktı.


3-SAVAŞ SONRASI YAŞANAN GELİŞMELER
            Dönemin diğer önemli gelişmelerine bakacak olursak; dönemin önemli gelişmelerinin başında 1946 yılındaki siyasi değişikliğin geldiğini görürüz. 1946 yılında, tek partili rejimden, çok partili parlamenter sisteme geçilmesiyle, Türkiye yeni bir döneme girmiştir. 1946 yılından beri uygulanan korumacı, kapalı, dış dengeye dayalı politikalar yavaş yavaş gevşetilmiş, dış yardım, kredi ve sermaye yatırımlarıyla ayakta durmaya çalışan bir ekonomi meydana gelmiştir.(Boratav, 20009: 94) Her ne kadar serbest ticaret egemen olmaya başlamış olsa da, Boratav, Beş Yıllık Sanayi Planı yine de korumacı izler taşıdığını söylemektedir.
            1946 yılında yaşanan başka bir gelişme Türk Lirasının, dolar karşısında 1.28’den, 2.80’e çıkarılarak devalüe edilmesidir. Bu şekilde Türkiye ekonomisi, yavaş yavaş dünya ekonomisine entegre olma adımları atmış oluyordu. Zeytinoğlu’nun ifadesiyle eğer devalüasyon yapılmasaydı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hammadde ihtiyacı artan sanayileşmiş batılı ülkelere büyük miktarlarda hammadde ihracı yapılabilecek ve hatta ithalat finanse edilebilecekti. Yine bu dönemde, Beş Yıllık Sanayi Planı gündeme geldi. Bu kalkınma planını eski Kadroculardan Şevket Süreyya Ay ve Hüsrev Tökin hazırlamıştı ve bu yüzden 1930’lardan beri uygulanmaya çalışılan devletçilik mantığının izlerini taşıdığı söylenmektedir. Madencilik, gıda sanayi, kimya sanayi, makine sanayi, taş kömürü gibi alanlarda yaklaşık 100 fabrika kurmayı planlayan, daha çok ara ve yatırım malları üretimine öncelik veren bu sanayi planı uygulanamadı.
            1948’de devletçilik mantığından sıyrılma amacıyla, İstanbul Tüccarlar Derneği Türkiye İktisat Kongresini düzenlemiş, kongreye iş adamları, üniversite hocaları katılmıştır. Bu kongrede; ülkenin asıl meselesinin devletçilik olduğu, ekonomik gelişmenin bu mantığın tasfiyesiyle mümkün olabileceği vurgulanmıştır. Bu kalkınma planı resmi olarak ikinci iktisat kongresi olarak kabul edilmese de devletçilik uygulamalarının gevşetilmesinde önemli rol oynar. Çünkü bu kongreye çok sayıda muhalif ses katılmış ve devletçiliğe karşı tepki bu şekilde oluşturulmuştur. Bu kongrede savunma, orman, tarım, ulaşım gibi konularda düzenlemeler ve vergilendirmeler konuşulup, Türkiye’nin daha hızlı gelişmesinin koşulları saptanmaya çalışılmıştır. Bu gelişmelerle Türkiye dışa açılmaya başlar. Hatta hiçbir ekonomik mantığa dayanmadığı halde dış yardım arama çabasına girer. Bu dönemde Truman Doktrini ve Marshall Planı çerçevesinde yardımlar almaya başlar. 1947’de Truman Doktrini’yle askeri yardım, 1948’de Marshall Planı’yla da ekonomik yardımlar alınır. Marshall Planıyla traktör ithali başlar, nüfus da tarıma dönüş yapınca,  araziler ekime açılır ve tarımda olumlu gelişmeler yaşanır. Marshall yardımları ile 1948’de 1.756 adet traktör varken, 1949’da bu sayı 9.170’e çıkar ve tarımsal kredilerin arttırılmasıyla da ekilen alanlar artmaya başlar.
4-SONUÇ
            İkinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye savaşa katılmamasına rağmen askeri harcamalar bütçe giderlerinin yarısını kaplamış, hükümet de bu açığı kapatmak için olağanüstü vergiler koymuştur. Milli Korunma Kanunu’yla fiyat artışları, baskılar ve denetimler artmıştır. Böylece İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye bir çıkmaza girmiştir. Son kertesine kadar getirilmiş baskı ve sömürü tedbirleri, yönetmelikler, müdahaleler ve rejimin çerçevesi içinde girişilen bütün oyunlar ekonomiyi geliştirmekten ziyade geriletmiş ve büyük halk yığınlarının mutsuz ve yoksul olmasına sebep olmuştur (Yerasimos, 1976: 1328). Küçük köylü ve yoksullar için düzenlenen toprak yardımları sınırlı kalmış, savaş yıllarının vergileriyle ağır yük altında bırakılmışlardır.
 Savaştan sonrası dönemlerde uygulanan iktisat politikalarıyla, Türkiye; kapalı, korumacı politikaları bir kenara bırakıp, dünya ekonomisine ısınmaya başlamıştır. Bu dönemde 1946 devalüasyonu, çok partili parlamenter sisteme geçiş, dış yardımlar gibi ülkenin gelecek yıllarını etkileyecek önemli gelişmeler yaşanmış, yine en son bu dönemlerde Türkiye dış ticaret fazlası vermiştir. Ayrıca yine bu dönemde, etkisi günümüz ekonomisini belirleyen büyük sermayeler, kendi temellerini atmıştır.



[1] -Chris Harman, Halkların Dünya Tarihi: Taş Çağından Yeni Bin Yıla, Çeviren;Uygur Kocabaşoğlu,Yordam Yayınları İstanbul, 2009.
[2] - Nevin Coşar, Varlık Vergisi Konusundaki Yolsuzluk Söylentileri, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi,58-2, s.3
[3] - Bu vergi 1925 yılında kaldırılan Aşar Vergisi’ne benzetilmektedir.
[4] - İlhan Tekeli – Selim İlkin, Cumhuriyetin Harcı / İkinci Kitap: Köktenci Modernitenin Ekonomik Politikasının Gelişimi , İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2004 , s.425
[5] - Şevket Pamuk, “İkinci Dünya Savaşı Yıllarında Devlet, Tarımsal Yapılar ve Bölüşüm”, Türkiye’de Tarımsal Yapılar (1923-2000), Derleyenler: Şevket Pamuk-Zafer Toprak, Yurt Yayınları, 1988, s.100
[6] -  Şevket Pamuk, (a.g.e)
[7] - Nevin Coşar, (a.g.m)
[8] - Aktaran Nevin Coşar, (a.g.m)
[9] - Ayrıntılı bilgi için; Dönemin İstanbul Defterdarı olan Faik Ökte’ nin eseri 1951,  Dönemle ilgili anılarını yayınlayan Altan Öymen’in eseri 2002.
[10] - Nevin Coşar, (a.g.m)
[11] - Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi 1908-2007, Ankara, İmge Kitabevi, 2009, s.85

Kaynakça
·         Boratav Korkut, Türkiye İktisat Tarihi, Ankara, İmge Kitapevi, 2003.
·         Buğra Ayşe, Devlet ve İşadamları, İstanbul, İletişim Yayınları, 2010.
·         Coşar Nevin, Varlık Vergisi Konusundaki Yolsuzluk Söylentileri, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi.
·         Harman Chris, Halkların Dünya Tarihi: Taş Çağından Yeni Bin Yıla, Çeviren; Uygur Kocabaşoğlu,Yordam Yayınları İstanbul, 2009.
·         Karaömerlioğlu Asım, Orda Bir Köy Var Uzakta: Erken Cumhuriyet Döneminde Köycü Söylem, 2009
·         Kazgan Gülten, Tanzimat’tan 21. Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2006.
·         Kepenek Yakup, Yentürk Nurhan, Türkiye Ekonomisi, İstanbul, Remzi Kitabevi, 1996.
·         Pamuk Şevket, Dünya’da Ve Türkiye’de İktisadi Büyüme(1820-2005), Uluslar Arası Ekonomi Ve Dış Ticaret Politikaları (s3-26), 2007.
·         Sander  Oral, Siyasi Tarih 1918-1994, İmge Kitabevi, 2007
·         Tekeli İlhan, İlkin Selim, Cumhuriyetin Harcı / İkinci Kitap: Köktenci Modernitenin Ekonomik Politikasının Gelişimi, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2004.
·         Tekeli İlhan, İlkin Selim, Cumhuriyetin Harcı / Üçüncü Kitap, Modernitenin Altyapısı Oluşurken, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2004.
·         Yerasimos Stefanos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye 3- Birinci Dünya Savaşından 1971’e, İstanbul, Gözlem Yayınları, 1976.
·         Zeytinoğlu Erol, Türkiye Ekonomisi Dersleri, İstanbul, Kutulmuş Matbaası, 1970.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder