6 Eylül 2016 Salı

1930- 1939 YILLARI ARASI SOSYAL TARİH ÜZERİNE

1930 ÖNCESİNE GENEL BAKIŞ
I.  Dünya savaşından sonra Milli Ekonomi anlayışını devam ettiren Türkiye İzmir İktisat Kongresi gibi çalışmalarla bir yandan yerel sermaye yaratmaya çalışırken diğer taraftan da; sermaye birikimi, teknik bilgi ve beceri eksikliği nedeniyle doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının da önünü kesmemek üzere bir politika izlemiştir. Fakat yabancı sermayeli imtiyazlı şirketlerin girişini engellememekle beraber Türk Hükümeti bu şirketlerde çalışan gayrimüslimleri tasfiye edip yerlerine yerli işgücü yerleştirme politikalarına da ağırlık vermiştir. (Koraltürk, 2008, 88-89) Bir yandan ulaşım ağları örülmeye ve millileştirilmeye çalışılırken ülke içinde yerli işgücünün artırılma çabası da önemsenmiştir. Ekonomik gelişmelerin yanı sıra toplumsal ve siyasi alanda da birçok yenilik gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirilen yeniliklerin yeni cumhuriyetin siyasi yaşam çerçevesini oluşturduğunu ifade ederken yeni bir muhalefet örgütlenmesinin de temellerinin atıldığını söylemek yanlış olmayacaktır. (Koçak, 2011, s. 138, 140)
Savaş sonrası Anadolu halkının toprağı işleyip ilkel bir biçimde olmakla birlikte üretime dönmesi söz konusudur. Lakin sosyal ve sağlık durumlarını izah için Ahmet Haşim’in bir mektubundaki açıklamasını göz önünde bulundurarak Anadolu insanının düşünce yapısını anlamaya çalışmak konuya farklı bir pencere açmamıza katkı sağlayacaktır. “Anadolu, hemen baştan başa frengilidir. Anadoluluların güzelliği de bozulmuştur. Bir köy, bir kasaba ya da bir şehrin kalabalığına bakılsa, o kadar cüce, kambur, kör ve çolak görülür ki, insan, eşyanın biçimini bozan dış bükey bir camla etrafa bakıyorum sanır.” (Yenal, 2010, s.9) Bu çerçeve içinde dünya ve Türkiye ekonomileri gelişme göstermeye başlamışken 1927-1928 yıllarındaki kıtlık ve 1929 Buhranı yeni bir dönemin başlayacağının habercileri olmuştur.

1930- 1939 YILLARI ARASI NÜFUS VE GÖÇ
1935 yılı itibariyle toplam nüfus ve kır kent dağılımı tablodaki gibidir.

TOPLAM NÜFUS
KIR
YÜZDE
KENT
YÜZDE
16.158
13.475
%83
2.684
%17
(Kaynak: DİE 1996, Aktaran: İçduygu, Sirkeci s.252)
Yine bu yılda belirlenen okur yazarlık oranı da Feroz Ahmad tarafından % 20.4 olarak ifade edilmiştir.
1927 sayımıyla saptanan ülkede konuşulan dillere ve konuşan insan sayısına bakacak olursak, Ahmet İçduygu ve İbrahim Sirkeci’nin “Cumhuriyet Dönemi Türkiye’sindeki Göç Hareketleri” isimli makalesindeki aşağıdaki bilgiler bize ışık tutacaktır. Bu yılda nüfus 13.6 milyon olarak saptanmıştır ve konuşulan anadillere göre dağılım aşağıdaki tablodaki gibidir.
11.8 milyon kişi Türkçe
120 bin kişi Yunanca
65 bin kişi Ermenice
1.2 milyon kişi Kürtçe
96 bin kişi Çerkezce
20 bin kişi Bulgarca
134 bin kişi Arapça
69 bin kişi İbranice
163 bin kişi diğer diller

Türkiye’de iki çeşit göç hareketi olmuştur. Birincisi 14 Haziran 1934 tarihli 2510 sayılı iskan kanunu ile çeşitli özel kanunlar ve uluslar arası ikili antlaşmalar çerçevesinde Türkiye’ye iskanlı (devlet yardımıyla) bireysel veya kitlesel olarak gelen “Türk soyu ve kültüründen olan kişilerden meydana gelen göçtür.
İkincisi kendi ülkesindeki siyasi gelişmeler ve baskılar neticesinde Türkiye’ye gelen kişilerden meydana gelmektedir.
İskan kanununa göre yalnızca Türk etnik soyundan ve Türk kültüründen olanlar göç, iskan ve Türk vatandaşlığı alma hakkına sahipti. Fakat bu sahipliğe karar verme yetkisi Bakanlar Kurulundaydı. Genel olarak kanun kapsamına Balkanlar, Kafkaslar ve Asya’daki Türkçe konuşan gruplarla, bazı durumlarda Türk olmayan Arnavutlar, Boşnaklar Pomaklar ve Tatarlar da alınmıştır. 1923-1939 yılları arasında sadece Balkanlar’dan Türkiye’ye 815.210 kişi göç ettiği bilinmektedir. (Kirişçi, “ Türkiye’ye Yönelik Göç Hareketleri’nin Değerlendirilmesi S.111-114)

1930-1939 ARASI GENEL VE EKONOMİK DURUM
1927-1928 yıllarında yaşanan kuraklığa 1929 Buhranı da eklenince, 1935 yılı itibariyle çalışan nüfusun yüzde 76.4 ‘ü tarımla uğraşan bir ülkede ekonomik ve sosyal sıkıntıların ortaya çıkması kaçınılmaz olmuştur. (Özbek, 2003, s. 219) 1920’lerden sonra tarım ürünleri üretimindeki hızlı artış ve koruyucu politikalar aşırı üretime yol açmış bu da fiyatlardaki keskin düşüşün önemli sebeplerinden birisi olmuştur. Burada Türkiye’deki fiyat düşüşünün aşırı üretimden kaynaklanmadığını da eklersek problemin ne kadar büyük olduğu daha rahat ortaya koyulabilir. (Özbek, s. 220) 1932 yılında uygulamaya geçirilen buğday alım politikalarında da aşar vergisinin kaldırılması gibi suni bir rahatlama görülebilirken, sorunun ciddi bir çözüme kavuşamaması da kaçınılmaz olmuştur. (Özbek, s. 237) 1930’lu yıllarda başlayan toprak reformu da toprak sahibi milletvekillerinin ve nüfuzlu kimselerin tepkileriyle beraber sürekli tartışma konusu olmuş ve kendisinden beklenen refah seviyesini sağlamada başarısız olmuştur. (Köymen, 1999, s. 12)
1929 Buhranından sonra dış ekonomik problemlerden daha az etkilenmek için Türkiye içe kapanık bir ekonomi politikası izlemiş ve bu dönemde milli sanayileşme çabası göstermiştir. Korkut Boratav’ın ifadesiyle bu dönemde iki belirleyici özellik vardır: Korumacılık ve Devletçilik. Yine Boratav’ın ifadesiyle “Türkiye ekonomisinin dışa kapanarak ve devlet eliyle bir milli sanayileşme denemesi içine girmiş olduğu söylenebilir.” (Boratav, 2011, s.59) Bu 1930 öncesiyle bir kopuş olarak da görülebilir. (Boratav, s.61) Fakat devletçilik uygulandığı dönem boyunca hiçbir zaman kurumsal bakımdan açıklığa kavuşturulamamıştır. Hatta devletin müdahale niteliği dönemden döneme ve kişiden kişiye değişme göstermiştir. (Koçak, s.150) Bu dönemde her yönden millileşme önem kazanırken Sovyetler Birliği örnek alınarak merkezi planlamanın önemi benimsenmiştir. (Koçak, s. 150) Milli bir sanayileşme çabası yanında bankacılık, ulaştırma, madencilik alanlarında yapılan yatırımlar sermaye birikim sürecine hız kazandırmıştır fakat bunlar da iktisadi refahın tabana oturmasını sağlayamadığı için bazı problemler çözüme kavuşamamıştır. (Sayar, 2003, s.235) Ekonomik refah seviyesinde belirgin bir gelişme sağlanamayan köylü halk devletin müdahalesine ve yenilik hareketlerine tepkili bir yaklaşım göstermiş, ortaya çıkacak her özgürlükçü ve muhafazakar muhalefetin yanında yerini almıştır.

  SERBEST CUMHURİYET FIRKASI ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ DENEMELERİ
1929 Ekonomik Buhranının dünya ve Türkiye üzerindeki güçlü etkileri, ekonomisini henüz toparlamaya çalışan genç cumhuriyeti bulunduğu durumdan daha müşkül bir duruma götürmüştü. Halkın refah seviyesinin yükselememesi ve buna ek olarak da Kemalist devrimin halkın zihniyet dünyasına yerleşememesi ülkede geniş bir hoşnutsuzluğun yaratılmasına neden olmuştu. (Koçak,2011, s.147)  Bu olumsuzluğun mecliste muhalefetin olamamasından kaynaklandığını düşünen Mustafa Kemal Atatürk, Fethi Bey’e talep ve talimatlarıyla 12 Ağustos 1930 tarihinde Serbest Cumhuriyet Fırkası adı altında bir muhalefet partisi kurdurmuştu.  Kurulduğu sırada sadece mecliste yer alacak bir muhalefet partisi olarak düşünülen Serbest Cumhuriyet Fırkası bir anda yönetime karşı tepkili olan ve siyasal temsil olanağından yoksun kalmış geniş kitlelerin sığınağı olmuştu. Liberal ekonomi politikalarını savunan Serbest Cumhuriyet Fırkası, ekonomi politikalarını devletçilik olarak tanımlayan Cumhuriyet Halk  Fırkası ile arasındaki farkı ortaya koyarken Ekim ayındaki Belediye seçimlerinde de başarılı olmasıyla bir iktidar seçeneği haline gelmesi Mustafa Kemal Paşa’nın desteğini çekmesine neden olmuştu. Bu desteğin çekilmesini Serbest Cumhuriyet Fırkasına karşı baskı ve propagandalar izleyecekti. (Emrence, 2006, s.163-190) İktidara aday olabilmesi için Mustafa Kemal Paşa ile çatışmak zorunda kalınması parti yöneticilerini rahatsız etti ve Fethi Bey 17 Kasım’da partisini feshetti.(Koçak, 2011, s.149) Nakşibendi tarikatına mensup Derviş Mehmet ve etrafındakilerin şeriat isteriz sloganıyla çıkardıkları isyan neticesinde Asteğmen Kubilay öldürülmüş ve hükümet sıkı yönetim ilan ederek isyanı bastırmıştır.  Görevlendirilen askeri mahkeme 28 kişiyi idam etmiş ve kimileri bu gericilik olayını Serbest Fırka ile ilişkilendirip partinin kapatılmasının yerinde olduğu görüşünü savunmuştur. (Koçak, 149) 


TOPLUMSAL HAYATTA YENİLİKLER VE DEVRİMLER
-3 Nisan 1930 Türk kadınlarına belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkının tanınması
-5 Aralık 1934 Türk kadınlarına milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanınması
-31 Haziran 1934 Soyadı Kanununun kabulü
-26 Kasım 1934 Efendi, bey, paşa gibi lakap ve unvanların kaldırılması
-19 Şubat 1932 Halkevlerinin açılması
-12 Nisan 1931 Türk Tarih Kurumu’nun kurulması
-12 Temmuz 1932 Türk Dil Kurumu’nun kurulması
Yukarıda sıralanan inkılaplar da zaten bu dönemde ekonomide uygulanan Devletçilik ilkesinin toplumsal ilerlemeye yönelik çalışmalarda da etkili olduğu görüşünü güçlendirmektedir. Toplumsal ve kültürel anlamda ilerleme sağlayacak bu devrimler kimi zaman bu devrimi yapanlara bile uygulanmakta zorluklar yaşatmıştır. 1932 yılında Atatürk’ün emriyle dilde yapılan öz Türkçeleştirme çabaları Falih Rıfkı Atay’ın bir yazısında alıntı yaptığı Atatürk’ün konuyla ilgili “Çocuk çıkmaza girmişizdir. Dili bu çıkmazda bırakamayız. Tabii yola gireceğiz.” ifadesiyle sonlandırılmıştır. (Banarlı, 2004, s. 323-327) Atatürk’ün aşağıda verdiğimiz biri 1934 diğeri 1937 yılında yayınlanmış iki mesajı konuyu yeterince açıklamaktadır.
“Dil bayramından ötürü, Türk Dili Araştırma Kurumu Genel özeğinden, ulusal kurumlarından bir çok kutun bitikler aldım. Gösterilen güzel duygulardan kıvanç duydum. Ben de kamuyu kutlarım”. (26 Eylül 1934, Dil Bayramı dolayısıyla)
“Dil Bayramı münasebetiyle, Türk Dil Kurumu’nun hakkımdaki duygularını bildiren telgraflarınızdan çok mütehassis oldum. Teşekkür eder, değerli çalışmanızda muvaffakıyetinizin temadisini dilerim.” (1937 yılı Dil Bayramı dolayısıyla) (Banarlı, s. 325, 327)
EĞİTİM
“Siyasal ya da ekonomik düzeni ne olursa olsun, her ülkenin milli bir eğitim politikası vardır. Bütün toplum kesimlerinde millet olmak bilincinin gelişmesi ve yerleşmesi için, gelecek nesillere yönelik eğitimin, toplumca benimsenmiş değerler sistemi içinde ele alınması gerekmektedir. Çünkü bir milleti millet yapan bu değerler sistemi, her şeyden önce milli eğitim kurumlarında biçimlendirilmektedir.” (Bottomore, 1990, 62 Aktaran: Özadaşık, 1999, s.80)  Yeni bir siyasal, toplumsal, ekonomik sistem kurulurken bunu kavrayacak, bu sistemin içinde yaşayacak ve onu yaşatacak nesillerin yetiştirilmesi için eğitim alanında da bir dizi yeniliğe gidildi. 3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanununun çıkarılmasıyla yeniliğin temelleri atılmış oldu. Halkın temel bilgi ve becerilere sahip olabilmesi için öncelikle ilköğretime önem verilmiş ilkokulların yaygınlaştırılmaya çalışılması devletin temel eğitim politikalarından biri olmuştur.(Özadışık, s.210)
1936 İlkokul Programına göz attığımızda da bu dönemde uygulanan Devletçilik politikasının bir tezahürünü görebiliriz. Bu programda 1926 yılında hazırlanan programdan farklı olarak ilkokulun hedefleri başlığını taşıyan ilk bölümde iktidardaki CHP ilkelerinin nasıl gerçekleştirileceği anlatılmıştır. “İlkokula devam eden çocuklara kuvvetli cumhuriyetçi, devletçi, laik, inkılapçı yurttaşlar olarak yetiştirmek, Türk milletini, Komutayı ve Türk Devletini sayın tutacak ve tutturacak fikirleri bütün yurttaşlara aşılamayı kendisine bir vazife bilecek talebe yetiştirmek.” (Özadışık, s. 215) Yukarıda görüldüğü gibi devlet eğitime doğrudan müdahale ile yetiştirilecek insan tipinin çerçevesini çizmiş ve insan yetiştirmede millileştirme politikası izlemiştir.
1930’lu yıllarda (1937-1946) hayata geçirilmeye başlanmış Köy Enstitülerine baktığımızda da bu okulun hedefleri arasında iyi yetişmiş bilinçli bir tarım insanı yetiştirmek ve bu yetişen aydın köylünün de yine aynı köyde kaliteli emek arzı sağlayan, yurduna, toprağına bağlı insanlar yetiştirmesini sağlamak gibi kalkınmaya yönelik ifadeler bulmak mümkündür. Ayrıca 1930’larda Serbest Fırka deneyimi ile iktidara karşı köylünün ne kadar uzak ve ilgisiz olduğunun saptanması ile 1929 Buhranının Türkiye’ye olan etkisi (tarımın bu şekilde ucuz ve etkin bir şekilde ıslah edileceğine olan inanç) de bu okulların kurulmasında önemli iki gelişmedir. (Karaömerlioğlu, 1998, s. 57,58)   Müdahale ilkesini Köy Enstitülerinde de gözlemlemek mümkündür. Bu okulların yapılmasında ve bu okullara toprak sağlanmasında köylülerin sorumlu tutulmaları köylüler arasında tepkiyle karşılanmış ve köylülerin şehirlilerin kendilerini sömürdüğüne inanmalarına yol açmıştır. (Karaömerlioğlu, s.61) Ayrıca burada görev yapan öğretmenlerin tımarlı sipahileri hatırlatacak şekilde yetkilere sahip olmaları da Devletçiliğin bir başka tezahürüdür. (Karaömerlioğlu, s. 64-81) Bu kısa ömürlü okulların ayrıca çeşitli siyasi ve sosyal tartışmaların merkezi olduğu da ayrıca bir inceleme konusudur. Tartışmalar devam ederken dönemin iktidarının bu okulların durumu ile ilgili net ve istikrarlı kararlar alamaması neticesinde Köy Enstitüleri 1947 yılında kapatılmıştır.   
1930’lu yıllarda okullarda Batı düşüncesi ekseninde eğitim vermeye çalışan ve bu yönde Batılı ülkelerle ilişkileri olan Türkiye, yine bu yıllarda Almanya ile eğitim ilişkilerini sağlamlaştırmıştır. 1930’lu yılların başında Milli Eğitim Bakanlığının İlköğretim Dairesi Şubesinin hemen hemen tamamı Alman eğitim sisteminin etkisinde kalan pedagoglarla doldurulmuştu. (Turan, 2000, s.185) Nazilerin Almanya’da uygulamış oldukları baskılar da bir çok Yahudi asıllı bilim adamının Türkiye’ye göçmesine neden olmuştu. Bu dönemde Türkiye’ye sığınmak zorunda kalmış ve hizmet vermiş bilim adamlarının çok eğitim sistemi üzerinde büyük etkileri olmuştur.

KADIN
20. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyetin ilk dönemlerinde kadının toplumdaki yeri, rolü, önemi ve algılanması değişmeye başlamıştı. 1908 yılında yayımlanmış haftalık Kalem dergisinde halkın korkulu bakışları içinde çarşafıyla herkesin üstünden uçan bir kadını görmek mümkündü. (Kalem, Aralık 1908, Aktaran: Arat,1998, s.84) 1909 yılında haftalık Davul dergisinde de modern kıyafetler içinde bisiklet süren bir kadın ile onu geleneksel görünümde takip etmekte olan bir erkeği görebiliyoruz. (Davul, Ocak 1909, Aktaran: Arat,1998, s.86) Halide Edip’in bir makalesinde de bu dönemde kadının öneminin ve yerinin ne olduğunu görebiliyoruz:
“1908’deki Genç Türk Devriminden sonra Türkiye’de pek çok toplumsal değişiklik oldu. Çerkez kızlarının gizli satışı bütünüyle durdu. Bazı yeni ekonomik fırsatlar kadınların ekonomik bağımlılığını eskiden daha az hale getirdi. Kadınların eğitimine büyük dikkat veriliyordu. Halen yasal olarak hoş görülmesine rağmen çok eşlilik seyrekleşti. En kötü  zamanlarda bile çok eşliliğin Batı’da hayal edildiği kadar geçerli olmadığı burada eklenebilir. İyi orta sınıf her zaman ısrarla tek eşliydi. (…) 1908 Devrimi’nden beri iki karılı eğitimli bir kişi toplum dışı sayılıyordu.” (İbid., s.208, Aktaran:Yaraman,2001, s.145)
1926 yılında Medeni Kanunun kabul edilmesi kadın haklarının genişleyeceğinin sinyallerini de vermişti. Bu yeniliği yukarıda belirtilen 1930 ve 1934 yılındaki yasal düzenlemeler takip etmiş ve kadına siyasi alanda da seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Cumhuriyetin Kurucusu bu dönemlerde sık sık kadınları öven konuşmalar yapmış her fırsatta kadının toplumdaki önemini vurgulamıştır. 8 Şubat 1935 yılında yapılan seçimlerde de 18 kadın milletvekili TBMM’ye girmiştir.( Türker, 2003, s.162) Bunun yanında erkek çocuğunun çok önemli olduğu bir toplumda Atatürk’ün manevi çocuklarını kızlardan seçmesi de ayrıca önem arz etmektedir. Bu dönemde gerçekleştiren laikleşmeye ve Batılılaşmaya yönelik her hareket kadınlara toplumda yeni kamusal roller oynamaya cesaret vermiştir.( Arat, 1998, s.88)
Bütün bu gelişmeler yaşanırken erkek baskınlığı tamamıyla ortadan kalkmış değildi. Kadınlara yasal hakları ve özgürlüğü kendi çizdiği çerçeve sınırları içinde veriyordu yeni cumhuriyet. 1923 yılında Kadınlar Halk Fırkası adı altında bir fırka kurmak isteyen kadınların talepleri yetkililerce uygun bir dille geri çevrilmişti. (Toprak, 1998, Aktaran: Arat, s. 90) Yine 1935 yılında da devlet politikalarından bağımsız olarak Nazileri, ev sahipliğini yaptığı Feminizm Kongresi’nde eleştirip bildiri yayınlayan Türk Kadınlar Birliği de uygun bir gerekçeyle kapatılır. (Toprak, 1986, Aktaran: Arat, s. 90)
Tekrar 1926 yılındaki düzenlemelere döndüğümüzde bazı maddelerin de eşitliğin tam olarak sağlanmadığı ve erkek lehine eşit olmayan durumların bulunduğu maddeler görebiliriz.
“Erkek evlilik birliğinin başkanıdır.”(Madde 152/1)
“Evi seçme hak ve sorumluluğu kocaya aittir”. (Madde 152/II)
“Evlilik birliğini koca temsil eder.” (Madde 154)
“Kadının bir iş ya da sanatla uğraşması kocanın ‘açık ya da zımni’ iznine tabidir. (Madde 159/I)
Örnekleri incelediğimizde devletin müdahalesi ve çizdiği sınırlar çerçevesinde özgürlükler tanınmıştır. Aslında ortada halkın baskı ve zoruyla elde edilmiş ya da kazanılmış bir haktan söz etmek çok da doğru olmaz diye düşünüyorum. Bu gibi yeniliklerle insanların hak kazanmalarını sağlamaktan önce hedeflenen ideolojiye uygun bir zihniyet yapısına sahip olmaları hedeflenmiştir.

SOSYAL SINIFLAŞMA
Feroz Ahmad ‘ın ifadesiyle sanayi alt yapısının gelişmemiş olması ve sosyalist partilerin bulunmaması Türkiye’de işçi sınıfının doğmasını epey güçleştirmiştir. 1930’larda sanayinin devlet gözetiminde devam etmesi işi iyice yokuşa sürmüştür. “Yeni devlet kurulduğundan beri ‘halkın devleti’ (parti de halkın partisiydi!) diye tanımlanmıştı. Kemalist ideolojiyle yetişen işçiler için devlet işçilerine karşı hırçınlaşmak ve greve gitmek psikolojik açıdan zordu. Ancak buna rağmen 1930’larda yer yer grevlere rastlanmaktadır.” (Ahmad, Cumhuriyet Türkiye’sinde Sınıf Bilinci’nin Oluşması, s.147)
Bu hayat ve ülke şartlarında ve müdahalenin etkin olduğu bir dönemde sosyal sınıflaşma kendisine oluşacak bir ortam bulamamıştır. Fakat yine de Kerim Sadi, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve Haydar Rıfat gibi sol görüşlü isimler yayınladıkları çalışmalarla Sosyalizmi halka tanıtmaya çalışmışlardır.
                                         
                                                                                                                 

KAYNAKÇA


Ahmad, Feroz. Cumhuriyet Türkiye’sinde Sınıf Bilinci’nin Oluşması 1923-1945

Arat, Zehra F. Kemalizm ve Türk Kadını, Woman and Politics, Zuhal Kılıç,(çev.) 1994

Arat, Arat. Türkiye’de Modernleşme Projesi ve Kadınlar, Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, Sibel Bozdoğan, Reşat Kasaba (ed.) Nurettin Elhüsyni (çev.) Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1998.

Banarlı, Nihad Sami. Türkçenin Sırları, Kubbealtı Neşriyat, 19. Baskı İstanbul, 2004.

Boratav, Korkut. Türkiye İktisat Tarihi 1908- 2009, İmge Kitabevi, 15. Baskı, Ankara, 2011

Emrence, Cem. 99 Günlük Muhalefet Serbest Cumhuriyet Fırkası, İletişim Yayınları, İstanbul, 2006.

İçduygu, Ahmet. Sirkeci, İbrahim. Cumhuriyet Dönemi Türkiye’sinde Göç Hareketleri, Son 50 Yılda Türkiye’yi Değiştiren Göç.

Karaömerlioğlu, M. Asım. Köy Enstitüleri Üzerine Düşünceler, Toplum ve Bilim 76, Bahar 1998.

Kirişçi, Kemal. Türkiye’ye Yönelik Göç Hareketlerinin Değerlendirilmesi.


Koçak, Cemil. Çağdaş Türkiye 1908- 1980, Türkiye Tarihi 4, Cem Yayınevi 11. Basım, İstanbul,  2011.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder