1930 ÖNCESİNE GENEL BAKIŞ
I. Dünya savaşından sonra Milli
Ekonomi anlayışını devam ettiren Türkiye İzmir İktisat Kongresi gibi
çalışmalarla bir yandan yerel sermaye yaratmaya çalışırken diğer taraftan da;
sermaye birikimi, teknik bilgi ve beceri eksikliği nedeniyle doğrudan yabancı
sermaye yatırımlarının da önünü kesmemek üzere bir politika izlemiştir. Fakat
yabancı sermayeli imtiyazlı şirketlerin girişini engellememekle beraber Türk
Hükümeti bu şirketlerde çalışan gayrimüslimleri tasfiye edip yerlerine yerli
işgücü yerleştirme politikalarına da ağırlık vermiştir. (Koraltürk, 2008, 88-89)
Bir yandan ulaşım ağları örülmeye ve millileştirilmeye çalışılırken ülke içinde
yerli işgücünün artırılma çabası da önemsenmiştir. Ekonomik gelişmelerin yanı
sıra toplumsal ve siyasi alanda da birçok yenilik gerçekleştirilmiştir.
Gerçekleştirilen yeniliklerin yeni cumhuriyetin siyasi yaşam çerçevesini
oluşturduğunu ifade ederken yeni bir muhalefet örgütlenmesinin de temellerinin
atıldığını söylemek yanlış olmayacaktır. (Koçak, 2011, s. 138, 140)
Savaş sonrası Anadolu halkının toprağı işleyip ilkel bir biçimde olmakla
birlikte üretime dönmesi söz konusudur. Lakin sosyal ve sağlık durumlarını izah
için Ahmet Haşim’in bir mektubundaki açıklamasını göz önünde bulundurarak
Anadolu insanının düşünce yapısını anlamaya çalışmak konuya farklı bir pencere
açmamıza katkı sağlayacaktır. “Anadolu, hemen baştan başa
frengilidir. Anadoluluların güzelliği de bozulmuştur. Bir köy, bir kasaba ya da
bir şehrin kalabalığına bakılsa, o kadar cüce, kambur, kör ve çolak görülür ki,
insan, eşyanın biçimini bozan dış bükey bir camla etrafa bakıyorum sanır.”
(Yenal, 2010, s.9) Bu çerçeve içinde dünya ve Türkiye ekonomileri gelişme göstermeye
başlamışken 1927-1928 yıllarındaki kıtlık ve 1929 Buhranı yeni bir dönemin
başlayacağının habercileri olmuştur.
1930- 1939 YILLARI ARASI NÜFUS VE
GÖÇ
1935 yılı itibariyle toplam nüfus ve kır kent dağılımı tablodaki gibidir.
TOPLAM NÜFUS
|
KIR
|
YÜZDE
|
KENT
|
YÜZDE
|
16.158
|
13.475
|
%83
|
2.684
|
%17
|
(Kaynak: DİE 1996, Aktaran: İçduygu, Sirkeci s.252)
Yine bu yılda belirlenen okur yazarlık oranı da Feroz Ahmad tarafından %
20.4 olarak ifade edilmiştir.
1927 sayımıyla saptanan ülkede konuşulan dillere ve konuşan insan
sayısına bakacak olursak, Ahmet İçduygu ve İbrahim Sirkeci’nin “Cumhuriyet
Dönemi Türkiye’sindeki Göç Hareketleri” isimli makalesindeki aşağıdaki bilgiler
bize ışık tutacaktır. Bu yılda nüfus 13.6 milyon olarak saptanmıştır ve konuşulan
anadillere göre dağılım aşağıdaki tablodaki gibidir.
11.8 milyon kişi Türkçe
|
120 bin kişi Yunanca
|
65 bin kişi Ermenice
|
1.2 milyon kişi Kürtçe
|
96 bin kişi Çerkezce
|
20 bin kişi Bulgarca
|
134 bin kişi Arapça
|
69 bin kişi İbranice
|
163 bin kişi diğer diller
|
Türkiye’de iki çeşit göç hareketi olmuştur. Birincisi 14 Haziran 1934
tarihli 2510 sayılı iskan kanunu ile çeşitli özel kanunlar ve uluslar arası
ikili antlaşmalar çerçevesinde Türkiye’ye iskanlı (devlet yardımıyla) bireysel
veya kitlesel olarak gelen “Türk soyu ve kültüründen olan kişilerden meydana
gelen göçtür.
İkincisi kendi ülkesindeki siyasi gelişmeler ve baskılar neticesinde
Türkiye’ye gelen kişilerden meydana gelmektedir.
İskan kanununa göre yalnızca Türk etnik soyundan ve Türk kültüründen
olanlar göç, iskan ve Türk vatandaşlığı alma hakkına sahipti. Fakat bu
sahipliğe karar verme yetkisi Bakanlar Kurulundaydı. Genel olarak kanun
kapsamına Balkanlar, Kafkaslar ve Asya’daki Türkçe konuşan gruplarla, bazı
durumlarda Türk olmayan Arnavutlar, Boşnaklar Pomaklar ve Tatarlar da
alınmıştır. 1923-1939 yılları arasında sadece Balkanlar’dan Türkiye’ye 815.210
kişi göç ettiği bilinmektedir. (Kirişçi, “ Türkiye’ye Yönelik Göç
Hareketleri’nin Değerlendirilmesi S.111-114)
1930-1939 ARASI GENEL VE EKONOMİK
DURUM
1927-1928 yıllarında yaşanan kuraklığa 1929 Buhranı da eklenince, 1935
yılı itibariyle çalışan nüfusun yüzde 76.4 ‘ü tarımla uğraşan bir ülkede
ekonomik ve sosyal sıkıntıların ortaya çıkması kaçınılmaz olmuştur. (Özbek,
2003, s. 219) 1920’lerden sonra tarım ürünleri üretimindeki hızlı artış ve
koruyucu politikalar aşırı üretime yol açmış bu da fiyatlardaki keskin düşüşün
önemli sebeplerinden birisi olmuştur. Burada Türkiye’deki fiyat düşüşünün aşırı
üretimden kaynaklanmadığını da eklersek problemin ne kadar büyük olduğu daha
rahat ortaya koyulabilir. (Özbek, s. 220) 1932 yılında uygulamaya geçirilen
buğday alım politikalarında da aşar vergisinin kaldırılması gibi suni bir
rahatlama görülebilirken, sorunun ciddi bir çözüme kavuşamaması da kaçınılmaz
olmuştur. (Özbek, s. 237) 1930’lu yıllarda başlayan toprak reformu da toprak
sahibi milletvekillerinin ve nüfuzlu kimselerin tepkileriyle beraber sürekli
tartışma konusu olmuş ve kendisinden beklenen refah seviyesini sağlamada
başarısız olmuştur. (Köymen, 1999, s. 12)
1929 Buhranından sonra dış ekonomik problemlerden daha az etkilenmek için
Türkiye içe kapanık bir ekonomi politikası izlemiş ve bu dönemde milli
sanayileşme çabası göstermiştir. Korkut Boratav’ın ifadesiyle bu dönemde iki
belirleyici özellik vardır: Korumacılık ve Devletçilik. Yine Boratav’ın
ifadesiyle “Türkiye ekonomisinin dışa kapanarak ve devlet eliyle bir milli
sanayileşme denemesi içine girmiş olduğu söylenebilir.” (Boratav, 2011, s.59)
Bu 1930 öncesiyle bir kopuş olarak da görülebilir. (Boratav, s.61) Fakat devletçilik
uygulandığı dönem boyunca hiçbir zaman kurumsal bakımdan açıklığa
kavuşturulamamıştır. Hatta devletin müdahale niteliği dönemden döneme ve
kişiden kişiye değişme göstermiştir. (Koçak, s.150) Bu dönemde her yönden
millileşme önem kazanırken Sovyetler Birliği örnek alınarak merkezi planlamanın
önemi benimsenmiştir. (Koçak, s. 150) Milli bir sanayileşme çabası yanında
bankacılık, ulaştırma, madencilik alanlarında yapılan yatırımlar sermaye
birikim sürecine hız kazandırmıştır fakat bunlar da iktisadi refahın tabana
oturmasını sağlayamadığı için bazı problemler çözüme kavuşamamıştır. (Sayar,
2003, s.235) Ekonomik refah seviyesinde belirgin bir gelişme sağlanamayan köylü
halk devletin müdahalesine ve yenilik hareketlerine tepkili bir yaklaşım
göstermiş, ortaya çıkacak her özgürlükçü ve muhafazakar muhalefetin yanında
yerini almıştır.
SERBEST
CUMHURİYET FIRKASI ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ DENEMELERİ
1929 Ekonomik
Buhranının dünya ve Türkiye üzerindeki güçlü etkileri, ekonomisini henüz
toparlamaya çalışan genç cumhuriyeti bulunduğu durumdan daha müşkül bir duruma
götürmüştü. Halkın refah seviyesinin yükselememesi ve buna ek olarak da
Kemalist devrimin halkın zihniyet dünyasına yerleşememesi ülkede geniş bir
hoşnutsuzluğun yaratılmasına neden olmuştu. (Koçak,2011, s.147) Bu olumsuzluğun mecliste muhalefetin
olamamasından kaynaklandığını düşünen Mustafa Kemal Atatürk, Fethi Bey’e talep
ve talimatlarıyla 12 Ağustos 1930 tarihinde Serbest Cumhuriyet Fırkası adı
altında bir muhalefet partisi kurdurmuştu.
Kurulduğu sırada sadece mecliste yer alacak bir muhalefet partisi
olarak düşünülen Serbest Cumhuriyet Fırkası bir anda yönetime karşı tepkili
olan ve siyasal temsil olanağından yoksun kalmış geniş kitlelerin sığınağı
olmuştu. Liberal ekonomi politikalarını savunan Serbest Cumhuriyet Fırkası,
ekonomi politikalarını devletçilik olarak tanımlayan Cumhuriyet Halk Fırkası ile arasındaki farkı ortaya koyarken
Ekim ayındaki Belediye seçimlerinde de başarılı olmasıyla bir iktidar seçeneği
haline gelmesi Mustafa Kemal Paşa’nın desteğini çekmesine neden olmuştu. Bu
desteğin çekilmesini Serbest Cumhuriyet Fırkasına karşı baskı ve propagandalar
izleyecekti. (Emrence, 2006, s.163-190) İktidara aday olabilmesi için Mustafa
Kemal Paşa ile çatışmak zorunda kalınması parti yöneticilerini rahatsız etti ve
Fethi Bey 17 Kasım’da partisini feshetti.(Koçak, 2011, s.149) Nakşibendi
tarikatına mensup Derviş Mehmet ve etrafındakilerin şeriat isteriz sloganıyla
çıkardıkları isyan neticesinde Asteğmen Kubilay öldürülmüş ve hükümet sıkı
yönetim ilan ederek isyanı bastırmıştır. Görevlendirilen askeri mahkeme 28 kişiyi
idam etmiş ve kimileri bu gericilik olayını Serbest Fırka ile ilişkilendirip
partinin kapatılmasının yerinde olduğu görüşünü savunmuştur. (Koçak,
149)
TOPLUMSAL HAYATTA YENİLİKLER VE DEVRİMLER
-3 Nisan 1930
Türk kadınlarına belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkının tanınması
-5 Aralık 1934
Türk kadınlarına milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanınması
-31 Haziran 1934
Soyadı Kanununun kabulü
-26 Kasım 1934 Efendi,
bey, paşa gibi lakap ve unvanların kaldırılması
-19 Şubat 1932
Halkevlerinin açılması
-12 Nisan 1931
Türk Tarih Kurumu’nun kurulması
-12 Temmuz 1932
Türk Dil Kurumu’nun kurulması
Yukarıda sıralanan inkılaplar da zaten bu dönemde ekonomide uygulanan Devletçilik
ilkesinin toplumsal ilerlemeye yönelik çalışmalarda da etkili olduğu görüşünü güçlendirmektedir.
Toplumsal ve kültürel anlamda ilerleme sağlayacak bu devrimler kimi zaman bu
devrimi yapanlara bile uygulanmakta zorluklar yaşatmıştır. 1932 yılında
Atatürk’ün emriyle dilde yapılan öz Türkçeleştirme çabaları Falih Rıfkı Atay’ın
bir yazısında alıntı yaptığı Atatürk’ün konuyla ilgili “Çocuk çıkmaza girmişizdir. Dili bu çıkmazda
bırakamayız. Tabii yola gireceğiz.” ifadesiyle sonlandırılmıştır. (Banarlı,
2004, s. 323-327) Atatürk’ün aşağıda verdiğimiz biri 1934 diğeri 1937 yılında
yayınlanmış iki mesajı konuyu yeterince açıklamaktadır.
“Dil bayramından ötürü, Türk Dili
Araştırma Kurumu Genel özeğinden, ulusal kurumlarından bir çok kutun bitikler
aldım. Gösterilen güzel duygulardan kıvanç duydum. Ben de kamuyu kutlarım”.
(26 Eylül 1934, Dil Bayramı dolayısıyla)
“Dil Bayramı münasebetiyle, Türk
Dil Kurumu’nun hakkımdaki duygularını bildiren telgraflarınızdan çok mütehassis
oldum. Teşekkür eder, değerli çalışmanızda muvaffakıyetinizin temadisini
dilerim.” (1937 yılı Dil Bayramı dolayısıyla) (Banarlı, s. 325, 327)
EĞİTİM
“Siyasal ya da ekonomik düzeni ne olursa olsun, her ülkenin milli bir
eğitim politikası vardır. Bütün toplum kesimlerinde millet olmak bilincinin
gelişmesi ve yerleşmesi için, gelecek nesillere yönelik eğitimin, toplumca
benimsenmiş değerler sistemi içinde ele alınması gerekmektedir. Çünkü bir
milleti millet yapan bu değerler sistemi, her şeyden önce milli eğitim
kurumlarında biçimlendirilmektedir.” (Bottomore, 1990, 62 Aktaran: Özadaşık,
1999, s.80) Yeni bir siyasal, toplumsal,
ekonomik sistem kurulurken bunu kavrayacak, bu sistemin içinde yaşayacak ve onu
yaşatacak nesillerin yetiştirilmesi için eğitim alanında da bir dizi yeniliğe
gidildi. 3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanununun
çıkarılmasıyla yeniliğin temelleri atılmış oldu. Halkın temel bilgi ve
becerilere sahip olabilmesi için öncelikle ilköğretime önem verilmiş
ilkokulların yaygınlaştırılmaya çalışılması devletin temel eğitim
politikalarından biri olmuştur.(Özadışık, s.210)
1936 İlkokul Programına göz attığımızda da bu dönemde uygulanan
Devletçilik politikasının bir tezahürünü görebiliriz. Bu programda 1926 yılında
hazırlanan programdan farklı olarak ilkokulun hedefleri başlığını taşıyan ilk
bölümde iktidardaki CHP ilkelerinin nasıl gerçekleştirileceği anlatılmıştır. “İlkokula devam eden çocuklara kuvvetli cumhuriyetçi,
devletçi, laik, inkılapçı yurttaşlar olarak yetiştirmek, Türk milletini,
Komutayı ve Türk Devletini sayın tutacak ve tutturacak fikirleri bütün
yurttaşlara aşılamayı kendisine bir vazife bilecek talebe yetiştirmek.”
(Özadışık, s. 215) Yukarıda görüldüğü gibi devlet eğitime doğrudan müdahale ile
yetiştirilecek insan tipinin çerçevesini çizmiş ve insan yetiştirmede
millileştirme politikası izlemiştir.
1930’lu yıllarda (1937-1946) hayata geçirilmeye başlanmış Köy
Enstitülerine baktığımızda da bu okulun hedefleri arasında iyi yetişmiş
bilinçli bir tarım insanı yetiştirmek ve bu yetişen aydın köylünün de yine aynı
köyde kaliteli emek arzı sağlayan, yurduna, toprağına bağlı insanlar
yetiştirmesini sağlamak gibi kalkınmaya yönelik ifadeler bulmak mümkündür.
Ayrıca 1930’larda Serbest Fırka deneyimi ile iktidara karşı köylünün ne kadar
uzak ve ilgisiz olduğunun saptanması ile 1929 Buhranının Türkiye’ye olan etkisi
(tarımın bu şekilde ucuz ve etkin bir şekilde ıslah edileceğine olan inanç) de
bu okulların kurulmasında önemli iki gelişmedir. (Karaömerlioğlu, 1998, s.
57,58) Müdahale ilkesini Köy
Enstitülerinde de gözlemlemek mümkündür. Bu okulların yapılmasında ve bu
okullara toprak sağlanmasında köylülerin sorumlu tutulmaları köylüler arasında
tepkiyle karşılanmış ve köylülerin şehirlilerin kendilerini sömürdüğüne
inanmalarına yol açmıştır. (Karaömerlioğlu, s.61) Ayrıca burada görev yapan
öğretmenlerin tımarlı sipahileri hatırlatacak şekilde yetkilere sahip olmaları
da Devletçiliğin bir başka tezahürüdür. (Karaömerlioğlu, s. 64-81) Bu kısa
ömürlü okulların ayrıca çeşitli siyasi ve sosyal tartışmaların merkezi olduğu
da ayrıca bir inceleme konusudur. Tartışmalar devam ederken dönemin iktidarının
bu okulların durumu ile ilgili net ve istikrarlı kararlar alamaması neticesinde
Köy Enstitüleri 1947 yılında kapatılmıştır.
1930’lu yıllarda okullarda Batı düşüncesi ekseninde eğitim vermeye
çalışan ve bu yönde Batılı ülkelerle ilişkileri olan Türkiye, yine bu yıllarda
Almanya ile eğitim ilişkilerini sağlamlaştırmıştır. 1930’lu yılların başında
Milli Eğitim Bakanlığının İlköğretim Dairesi Şubesinin hemen hemen tamamı Alman
eğitim sisteminin etkisinde kalan pedagoglarla doldurulmuştu. (Turan, 2000,
s.185) Nazilerin Almanya’da uygulamış oldukları baskılar da bir çok Yahudi
asıllı bilim adamının Türkiye’ye göçmesine neden olmuştu. Bu dönemde Türkiye’ye
sığınmak zorunda kalmış ve hizmet vermiş bilim adamlarının çok eğitim sistemi
üzerinde büyük etkileri olmuştur.
KADIN
20. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyetin
ilk dönemlerinde kadının toplumdaki yeri, rolü, önemi ve algılanması değişmeye
başlamıştı. 1908 yılında yayımlanmış haftalık Kalem dergisinde halkın korkulu
bakışları içinde çarşafıyla herkesin üstünden uçan bir kadını görmek mümkündü. (Kalem,
Aralık 1908, Aktaran: Arat,1998, s.84) 1909 yılında haftalık Davul dergisinde de
modern kıyafetler içinde bisiklet süren bir kadın ile onu geleneksel görünümde
takip etmekte olan bir erkeği görebiliyoruz. (Davul, Ocak 1909, Aktaran: Arat,1998,
s.86) Halide Edip’in bir makalesinde de bu dönemde kadının öneminin ve yerinin
ne olduğunu görebiliyoruz:
“1908’deki Genç Türk Devriminden
sonra Türkiye’de pek çok toplumsal değişiklik oldu. Çerkez kızlarının gizli
satışı bütünüyle durdu. Bazı yeni ekonomik fırsatlar kadınların ekonomik
bağımlılığını eskiden daha az hale getirdi. Kadınların eğitimine büyük dikkat
veriliyordu. Halen yasal olarak hoş görülmesine rağmen çok eşlilik seyrekleşti.
En kötü zamanlarda bile çok eşliliğin
Batı’da hayal edildiği kadar geçerli olmadığı burada eklenebilir. İyi orta
sınıf her zaman ısrarla tek eşliydi. (…) 1908 Devrimi’nden beri iki karılı
eğitimli bir kişi toplum dışı sayılıyordu.” (İbid., s.208,
Aktaran:Yaraman,2001, s.145)
1926 yılında Medeni Kanunun kabul edilmesi kadın haklarının
genişleyeceğinin sinyallerini de vermişti. Bu yeniliği yukarıda belirtilen 1930
ve 1934 yılındaki yasal düzenlemeler takip etmiş ve kadına siyasi alanda da
seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Cumhuriyetin Kurucusu bu dönemlerde sık sık
kadınları öven konuşmalar yapmış her fırsatta kadının toplumdaki önemini
vurgulamıştır. 8 Şubat 1935 yılında yapılan seçimlerde de 18 kadın milletvekili
TBMM’ye girmiştir.( Türker, 2003, s.162) Bunun yanında erkek çocuğunun çok
önemli olduğu bir toplumda Atatürk’ün manevi çocuklarını kızlardan seçmesi de
ayrıca önem arz etmektedir. Bu dönemde gerçekleştiren laikleşmeye ve
Batılılaşmaya yönelik her hareket kadınlara toplumda yeni kamusal roller
oynamaya cesaret vermiştir.( Arat, 1998, s.88)
Bütün bu gelişmeler yaşanırken erkek baskınlığı tamamıyla ortadan kalkmış
değildi. Kadınlara yasal hakları ve özgürlüğü kendi çizdiği çerçeve sınırları içinde
veriyordu yeni cumhuriyet. 1923 yılında Kadınlar Halk Fırkası adı altında bir
fırka kurmak isteyen kadınların talepleri yetkililerce uygun bir dille geri
çevrilmişti. (Toprak, 1998, Aktaran: Arat, s. 90) Yine 1935 yılında da devlet
politikalarından bağımsız olarak Nazileri, ev sahipliğini yaptığı Feminizm
Kongresi’nde eleştirip bildiri yayınlayan Türk Kadınlar Birliği de uygun bir
gerekçeyle kapatılır. (Toprak, 1986, Aktaran: Arat, s. 90)
Tekrar 1926 yılındaki düzenlemelere döndüğümüzde bazı maddelerin de
eşitliğin tam olarak sağlanmadığı ve erkek lehine eşit olmayan durumların
bulunduğu maddeler görebiliriz.
“Erkek evlilik birliğinin başkanıdır.”(Madde 152/1)
“Evi seçme hak ve sorumluluğu kocaya aittir”. (Madde 152/II)
“Evlilik birliğini koca temsil eder.” (Madde 154)
“Kadının bir iş ya da sanatla uğraşması kocanın ‘açık ya da zımni’ iznine
tabidir. (Madde 159/I)
Örnekleri incelediğimizde devletin müdahalesi ve çizdiği sınırlar
çerçevesinde özgürlükler tanınmıştır. Aslında ortada halkın baskı ve zoruyla
elde edilmiş ya da kazanılmış bir haktan söz etmek çok da doğru olmaz diye
düşünüyorum. Bu gibi yeniliklerle insanların hak kazanmalarını sağlamaktan önce
hedeflenen ideolojiye uygun bir zihniyet yapısına sahip olmaları
hedeflenmiştir.
SOSYAL SINIFLAŞMA
Feroz Ahmad ‘ın ifadesiyle sanayi alt yapısının gelişmemiş olması ve
sosyalist partilerin bulunmaması Türkiye’de işçi sınıfının doğmasını epey
güçleştirmiştir. 1930’larda sanayinin devlet gözetiminde devam etmesi işi iyice
yokuşa sürmüştür. “Yeni devlet
kurulduğundan beri ‘halkın devleti’ (parti de halkın partisiydi!) diye
tanımlanmıştı. Kemalist ideolojiyle yetişen işçiler için devlet işçilerine
karşı hırçınlaşmak ve greve gitmek psikolojik açıdan zordu. Ancak buna rağmen
1930’larda yer yer grevlere rastlanmaktadır.” (Ahmad, Cumhuriyet
Türkiye’sinde Sınıf Bilinci’nin Oluşması, s.147)
Bu hayat ve ülke şartlarında ve müdahalenin etkin olduğu bir dönemde
sosyal sınıflaşma kendisine oluşacak bir ortam bulamamıştır. Fakat yine de
Kerim Sadi, Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve Haydar Rıfat gibi sol görüşlü isimler
yayınladıkları çalışmalarla Sosyalizmi halka tanıtmaya çalışmışlardır.
KAYNAKÇA
Ahmad, Feroz. Cumhuriyet Türkiye’sinde Sınıf Bilinci’nin Oluşması 1923-1945
Arat, Zehra F. Kemalizm ve Türk Kadını, Woman and Politics, Zuhal Kılıç,(çev.)
1994
Arat, Arat. Türkiye’de Modernleşme Projesi ve Kadınlar, Türkiye’de Modernleşme
ve Ulusal Kimlik, Sibel Bozdoğan, Reşat Kasaba (ed.) Nurettin Elhüsyni (çev.)
Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1998.
Banarlı, Nihad Sami. Türkçenin Sırları, Kubbealtı Neşriyat,
19. Baskı İstanbul, 2004.
Boratav, Korkut. Türkiye İktisat Tarihi 1908- 2009, İmge
Kitabevi, 15. Baskı, Ankara, 2011
Emrence, Cem. 99 Günlük Muhalefet Serbest Cumhuriyet Fırkası, İletişim Yayınları,
İstanbul, 2006.
İçduygu, Ahmet. Sirkeci, İbrahim. Cumhuriyet Dönemi Türkiye’sinde Göç
Hareketleri, Son 50 Yılda Türkiye’yi Değiştiren Göç.
Karaömerlioğlu, M. Asım. Köy Enstitüleri Üzerine Düşünceler,
Toplum ve Bilim 76, Bahar 1998.
Kirişçi, Kemal. Türkiye’ye Yönelik Göç Hareketlerinin
Değerlendirilmesi.
Koçak, Cemil. Çağdaş Türkiye 1908- 1980, Türkiye Tarihi 4, Cem Yayınevi
11. Basım, İstanbul, 2011.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder